Hastalığının ilk zamanlarıydı. Akşam Çankaya Köşkü’nde her zamanki gibi dostlarını ağırladı. Sofra kalabalıktı. Bilim insanları, edebiyatçılar ve siyasetçilerin bir çoğu oradaydı...
Konuşmalar birbirine karışıyordu. Atatürk bir ara bir doktorun “Cumhuriyet devrinde bu olamaz...” sözünü işitince ayağa kalkarak, "Cumhuriyet ne demektir? diye sordu.
İlk gelen yanıtlar yurttaşlık bilgisi kitaplarındaki ölçüdeydi. Atatürk beğenmemiş göründü, “Aman efendim bu dedikleriniz her kitapta yazar. Hepimiz bunu biliriz, fakat ben sizin şahsi anlayışınızı öğrenmek istiyorum. Sualimi biraz daha açayım:
Cumhuriyet’ten biz ne bekliyoruz?"
Hemen herkes bir şeyler açıkladı. Bu kez sesini yükseltti:
"Bayanlar, baylar, dedi; görüyorum ki, çoğunuz Cumhuriyet’in herhangi bir vatandaşın, daha doğrusu en layık vatandaşın Cumhurreisliği’ne seçilmesi, seçilebilmesi gibi en zahiri görünür manası üzerinde duruyorsunuz. Hakikatte de bunun büyük bir manası vardır. Bu manayı daha açık bir kelime ile ifade edelim:
“Cumhuriyet demek imkân demektir.”
Sözlerini sürdürdü:
“Evet bayanlar, baylar, Cumhuriyet imkân demektir. İstikbali en iyi şartlarla muhafazaya imkân Cumhuriyet’le vardır. Sade son bir asır içinde Türkiye’de devlet reisleri mevkilerini muhafaza endişesiyle iki defa yurtta yabancı kuvvetleri kendilerine destek etmişlerdir. İkinci Mahmut, mevkisinin elinden gideceği korkusuyla Hünkâr İskelesi Muahedesi’ni yapmış, Rusları çağırmakta tereddüt etmemiştir. Vahidettin hikâyesini hepimiz yaşadık, biliyoruz. Cumhuriyet’le devlet reisi her şeyden evvel kendi mevkisinin geçici ve muvakkat olduğunu bilerek o mevkiye çıkar. Layık kaldıkça o mevkide oturur. İmkân ancak onun kıymeti ile kendini gösterir.
Cumhuriyet imkân demektir... Çünkü iç hürriyetin de en büyük imkânı Cumhuriyet’le mümkündür. Ama diyeceksiniz ki, dünyada adı Cumhuriyet olan diktatörlükler de vardır. Evet, fakat bütün bu şekiller muvakkattır. Cumhuriyet sade adıyla bile fert hürriyetini aşılayan sihirli bir aşıdır. Görülecektir ki, Cumhuriyet imkânları olan her memleket hürriyet davasında er geç muvaffak olacaktır. Cumhuriyet, kendisine bağlı olanları en ileri zirvelere götüren imkânları verir. İstiklal ve hürriyetine sahip olan milletler ilerleme yolunda “imkân”lara malik demektirler. O halde Cumhuriyet her sahada ilerlemenin de en açık teminatıdır. Cumhuriyet’i bu manasıyla ve kapsamıyla anlamak lazımdır.”
Sofrada sessizlik oldu. Koltuğuna oturdu sözlerine bir anısıyla devam etti:
“İstanbul’da bir baloda idim. Sarı saçlı bir delikanlı gelip karşıma dikildi. Adı ya Ekrem yahut da Kenan olacak... Bir balo için aşırı sayılacak mübalatsızlıkları etrafımdakilerin dikkatini çekmiş olacak, bir aralık ortadan uzaklaştırdıklarını hissettim. Halbuki, onunla konuşmak da istiyordum. Nihayet, döndü dolaştı bir fırsatını buldu gene karşıma çıktı. Bana düpedüz:
Size diktatör diyorlar, doğru mu? dedi. Ona şu cevabı verdim:
Ben diktatör olsaydım sen bana bunu soramazdın. Birtakım inkılap zaruretleriyle birtakım yenilikleri kabul ettirmeye çalışan adam diktatör değildir! Diktatör, müsamahası olmayan adamdır. Karşısında her fikir söylenemeyen adamdır. Diktatör, kendi düşüncelerine aykırı fikir söyleyenlere kin güden adamdır. Bunun haricinde diktatörlük, tehlike, inkılap, fevkalade zamanlarda lazım bir demokrasi müessesesidir. Demokrasi tarihinde böyle geçici diktatörlüklere sık sık tesadüf edilir. Benim, on beş senedir, bazı fikirleri bu memleket hayrına kabul ettirmek için sarf ettiğim gayretlerde hiçbir şahsi endişe yoktur. Benim, belki demokrasinin anladığı manada diktatörlüğe benzer, hareketlerim görülmüştür. Fakat, Tiran asla olmadım."
Not: Tiran: Siyasal gücü tek başına elinde tutan, erki zorla ele geçiren ve onu kötüye kullanan kimse.