Şirketlerin çoğu batık durumda
İş Dünyası, 30 Temmuz 2018 05:44Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir, dövize bağlı olan inşaat sektörünün katma değer üretemediğini söyledi.
Ankara Sanayi Odası(ASO) Başkanı Nurettin Özdebir, ASO olarak inşaat yerine imalat sanayinin desteklenmesi görüşünde olduklarını söyledi. Maliyeti büyük ölçüde dövize bağlı olan inşaatın katma değer yaratmadığını ifade eden Özdebir, “Sanıldığının tam tersine, inşaat sektöründe binaları inşa ederken yaratılan katma değerden de ithal girdi oranlarının artmasıyla beraber ekonomiye çok fazla bir şey kalmıyor. Her geçen gün bu marj azalıyor. Burada para kimde varsa insanlar onların ihtiyaçlarına göre bina yaptılar, o lüks binaların satılacağı kişiler de sıkıntıya girmeye başladı. Bunların sayısı arzı karşılayamaz durumda” açıklamasını yaptı. Özdebir, ABD Başkanı Trump’ın züccaciye dükkanına girmiş fil gibi dünyayı karıştırdığını ifade ederek, doların rezerv para özelliğini kaybetmesi halinde ABD ekonomisinin riske gireceğini söyledi. Ankara Sohbetleri’ne konuk olan ASO Başkanı Nurettin Özdebir, Dünya gazetesi Ankara Temsilcisi Ferit B. Parlak’ın sorularını cevaplandırdı.
-ABD ile Türkiye gerginliğini nasıl değerlendiriyorsunuz. Tabii aynı zamanda ABD dünya ile de genel bir gerginlik yaşıyor….?
Trump züccaciye dükkanına girmiş fil gibi dünya piyasalarını karıştırıyor. Ancak bana göre bu sürdürülebilir bir şey değil ve bir noktada Trump’ın tekrar yumuşaması lazım. Bu savaşı bu kadar sert bir şekilde devam ettirmesi sıkıntı yaratıyor. Son dönemlerde, IMF SDR’leri çıkardı, dijital paralar piyasaya sürülüyor. Bunların hepsi ABD dolarının rezerv para olmasına karşı yapılan hamleler. Ticaret savaşlarındaki bu baskı da böyle devam ederse, doların rezerv para olmasını sorgulatacak bir şey. Trump’ın bu çıkışı özellikle Türkiye’nin BRICS toplantısına katıldığı gün yapması da bana göre enteresan. Bu ülkeler dünya ticaretinin yüzde 20’den fazlasını domine eden ülkeler ve kendi paralarıyla ticaret yapma kararı aldılar. Bu karar tabii her sene 800 milyar dolar ticaret açığı veren ABD için ciddi bir risk. Aslında bu açığı kendisi 100 doları 22 cente mal ederek müthiş bir sinyoraj (paranın üretim maliyetiyle üzerinde yazan değer arasındaki fark) yaparak karşılıyor. Doların rezerv para olma değerini kaybetmesi demek, ticaret açığının ABD ekonomisini vuracak hale gelmesi, sinyoraj gelirlerini kaybetmesi demektir. Dünya ekonomisindeki bu arzın artması, üretimin daha kolaylaşıyor hale gelmesi, Çin’in dünyanın üretim üssü haline gelmesi ve ABD’nin sadece teknoloji satarak artık bu çarkı çeviremiyor olması, ciddi riskler barındırıyor. Trump aslında kendi ülkesi için doğru olanı yapıyor, “güçlü ekonomi” diyor, büyük ABD diyor, ABD silahlı kuvvetleri çok büyük bir güç. Bu ne kadar sürdürülebilecek bilmiyoruz.
-Peki Türkiye bu durumdan nasıl etkilenecek?
Bu gerçekten çok karışık bir durum. Demir çelikçiler, an itibarıyla ihracatta ciddi artış olduğunu söylüyor. Yani ABD’nin aldığı kararlar yürürlüğe girmeden, ABD firmaları ithalatlarını öne çekti. TL’nin değer kaybetmesinden dolayı da demir çelikçiler daha rekabetçi fiyat verebilecek duruma geldiler.
Burada karışık bir durum daha var. AB’nin aldığı karar gereği biz de ABD’den ithal edeceğimiz alüminyuma fon koymak mecburiyetindeyiz. Ancak biz dünyadaki global hava aracı üreticilerine mal veren bir ülkeyiz. Bunun hammaddesi de ABD’den geliyor. Başka bir ifade ile yeni dönemde Gümrük Birliği’ne dahil olmayan ülkelere karşı rekabet avantajımızı kaybetme riskimiz de var.
Ancak şu bir gerçek ki IMF, Dünya Bankası ve AB genel büyüme tahminlerini 1’er puan aşağı çektiler. Bu durum, uzun dönemde dünya ticaretinde bir daralmanın işareti. Bizim en büyük ihracat pazarımız Avrupa olduğuna göre yüzde 1 çok büyük bir rakam.
-Türkiye ekonomisinin yumuşak karnı nedir size göre?
Şu anda Türkiye’de çarkları çevirebilmek için finansmana ihtiyacımız var. Kredi-mevduat oranı olmaması gereken seviyelerde. Bu şartlar altında bankaların da kredi verecek kaynağı kalmadı. Yıl sonuna kadar ödenmesi gereken 69 milyar dolar gibi devasa büyüklük var. Bunu tedavi etmemiz ve cari açığı düşürmemiz lazım.
-Nasıl olacak bu?
Aslında topyekun seferberlik ilan edilecek bir konu. Yani bu durum 81 milyonun, yani her bireyin, tüketim tercihleriyle ilgili bir durum. İnşaatçı maliyeti düşürmek için Çin’den vitrifiye getiriyor. Zaten imalatın çoğu enerji yoğun işler. Doğal olarak katma değeri de sınırlı. Şimdi üniversite-sanayi işbirliği diyoruz ama olmuyor. Dünyada da bu iş çok zor ama bence biz bazı şeyleri düşünmeden yapıyoruz. Mesela akademik kariyerde yükselmenin en önemli kriterlerinden bir tanesi, hakemli dergilerde makalelerinizin yayınlanmış olması ve bunlara birtakım atıfların yapılması gerekiyor. Bu ABD için, Almanya için büyük bir fırsat. Makalede yer alan bilgilerle üretim yapabilecek, bunu ticarileştirebilecek kişiler, birkaç dolar dergi parasıyla bu bilgiye erişmiş oluyor.
Bence bunun yerine akademik kariyer yapmak isteyenlere, özel sektör için ne yaptıkları, ne kadar ürünün ticarileşmesine katkı sağladıkları gibi kriterlere göre unvan verilebilir. Bu sosyal bilimlerde de mühendislikte de geçerli. Yani onları ticarileştirilebilir çalışma yapmaya zorlamamız lazım. ABD’de 2008-2009 krizinde reel sektör finansmanı kesince üniversiteler, bu alanda çalışma yapan akademisyenleri işten çıkarmak zorunda kaldılar.
-Türkiye ekonomisi üzerinde dış güçlerin oyun oynadığına yönelik görüşler hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye’ye düşmanlık onlara ne kazandıracak?
Şu bir gerçek ki Türkiye topyekun bir saldırının da altında. Kim ne derse desin ciddi bir düşmanlık denecek şekilde davranış sergileniyor. Türkiye 15- 16 yılda ciddi bir atılım yaptı. Şu anda dünya pazarından yüzde 1’e yakın pay alıyoruz. İhracatımız birikimli olarak 160 milyar doları aşmış durumda. Daha önce bu malı başka ülkeler satıyordu. Biz onların tabaklarından birer kaşık yemek çaldık. Özellikle savunma sanayiinde yaptığımız hamlelerle, pastadan daha fazla pay alacağımız ortaya çıkıyor. Jeopolitik durum itibarıyla bağımsızlık arttıkça bölgede daha etkin bir güç haline gelmeye başladık. Somali, Katar gibi ülkelerdeki üslerimize KKTC’nin de eklenmesi gerektiğini söyleyenler oluyor. Daha önce kendi derdimizle boğuşurken, bunlarla uğraşamıyorduk.
Şu anda ABD’den sonra dünyanın en büyük bağışçılarından birisiyiz, her tarafa yardım ediyoruz. Bunların da ticari ve ekonomik sonuçları oluyor. Türkiye, İsrail ile ilgili BM’yi topladı ve ABD’nin tüm itirazlarına karşın karar aldırdı.
Bu güç sadece ihracatta tabaktan yemek çalmak değil, dünyadaki diğer gerek siyasi, gerekse ekonomik paylaşımlarda da artık bir aktör olarak bulunması başkalarını rahatsız ediyor. Kerkük-Yumurtalık hattından sadece kira alırken, artık pazarlamasında da söz sahibi olmak istediğimizi bildirdik.
-İnşaat ve sanayi tartışmaları konusunda ne düşünüyorsunuz?
ASO olarak, inşaata yapılan desteğin, imalat sanayine de yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Üstelik, sanıldığının tam tersine, inşaat sektöründe binaları inşa ederken yaratılan katma değer de ithal girdi oranlarının artmasıyla beraber ekonomiye çok fazla bir şey kalmıyor. Her geçen gün de bu marj azalıyor. Burada para kimde varsa insanlar onların ihtiyaçlarına göre bina yaptılar, o lüks binaların satılacağı kişiler de sıkıntıya girmeye başladı. Bunların sayısı arzı karşılayamaz durumda. Fert başına düşen milli geliri 10 bin dolar olan ülkede, süper iş yapma, akıllı bina yapma, pazarın talebini aşan bir arz oluyor.
- Firmaların çıkış konusunda nasıl davranması gerekiyor?
Öncelikle çok çalışmak, üretim yapmak, kaynakları işletmenin gelişmesi için harcamak, oradan alıp da inşaata yatırmamak, başka şeylere lükse harcamamak gerekiyor. Yani herkesin işini iyi yapmasına bağlı. Bu noktada eğer finansman imkanı olursa, firmalara borçları ödeyebilmekle ilgili zaman kazandırılabilirse iyi olur. Ayrıca, Avrupa’da esen rüzgarın değişmesi ne kadar fon girişi sağlayacak ona bakmak lazım. Çok konuşulmuyor ama turizm güzel gidiyor. Ödemeler dengesinde 14 milyar dolarlık net hata noksan fazlası var. Bu muhtemelen turizm gelirlerinden kaynaklı bir sapma. Sağlık turizminde güzel gelişme var. Bu alanda kapasitemizi iyi değerlendirmemiz lazım. Türkiye’nin yurtdışındaki algısı düzeldikçe fon girişleri, sağlık turizmi ve genel turizm gelirleri artacaktır. Yurtdışındaki algıyı düzeltecek, kamu diplomasini ve üzerimize düşen görevleri yerine getirmemiz lazım.
"ŞİRKETLERİN ÇOĞU TTK'YA GÖRE BATIK DURUMDA"
Enflasyon konusundaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Tüketici enflasyonu yüzde 15 seviyesine geldi ama bagajımızda tüketici fiyatlarını daha yukarı taşıyabileceğimiz üretici enflasyonu var. Arada ciddi makas var ve bu öbür tarafa aktarılacak. Şu anda yaşanan talep değil, maliyet yönlü bir enflasyon. Türkiye ABD ve AB gibi tek paralı bir ekonomi değil, herkesin cebinde döviz var. Uzun süre yurt dışından fazla döviz geldi, TL değerlendi, ithal mal ucuzlayınca bunlara yönelik talep arttı ve Türkiye’de bazı işler yapılamaz hale geldi. Türkiye ekonomisi öyle bir hale geldi ki işletmelerimizden çoğu Türk Ticaret Kanunu’na göre batık durumda. Varlıklarından daha çok borçları var. Hayatta kalabilmeleri için iş yapabilmeleri, bunun için de piyasanın hareketlenmesi lazım. Belki bu tedbirler 3-4 sene önce alınsaydı, faturası bu kadar ağır olmayabilirdi. Maliye politikaları ve KGF devreye sokuldu, 200 milyar liralık bir garanti karşılığında bankalarımız Merkez Bankası da biraz karşılıkları düşürerek, hem TL hem döviz anlamında daha fazla kredi vermelerini sağladı. Maliye Bakanlığı alacakların bir kısmından vazgeçti. ÖTV, KDV’yi bazı ürünlerde indirdi.
İş Dünyası, 30 Temmuz 2018 05:44
Yorumlar (0)
Kalan karakter : 450
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!