Sürekli haberle haşır neşir olmamdan dolayı koltuğa da sanki çivilenmiş gibi otururum!
Ara sıra dışarıda dolaşırken beni görenlerde şaşırır!
“Hayret nasıl oldu da yerinden kalktın?” derler.
Daha öncede vurgulamıştım; yıllarca bu kentte muhabirlik yapan, haberden habere koşarak neredeyse günde 7-8 kilometre yürüyen biri olarak aslında oturmak pek bana göre değil.
Fakat işin başında durma zorunluluğu nedeniyle yapacak bir şeyde yok.
Karpuz yata yata büyür misali kilo alıyorum.
Ama bu hiç önemli değil, bir yolunu bulur kilolarımla da barışırım!
Hastalık ve kaza gibi durumlar dışında bundan sonra haftanın bir gününü kendime ayırdım.
Ekibimiz içerisinde yer alan arkadaşlar bana izin verdi.
Dün sabah aylar sonra ilk defa saat 10.00’da yatağımdan kalktım.
İzinli olmak işte böyle bir şey!
Yataktan kaktıktan sonra yüzümü yıkamak için lavaboya doğru yöneldim, ama musluktan tek bir damla su akmıyordu.
Mutfakta yaklaşık 6 ay önce aldığım ve pek kullanmadığım 5 litrelik damacana su işe yaradı!
Öğlen saatlerinde gazeteye gittim ve kısa bir süre misafir gibi oturduktan sonra Golden Retriever cinsi yavru köpeğimizle birlikte dışarı çıktım.
Bu durum Paşa adını verdiğimiz ve henüz 5 aylık olan köpeğin çok hoşuna gitti.
Yoldan gelip geçenlerin üzerine atlamasa aslında onu tasmasız dolaştıracağız.
Ama yaramaz, sürekli oyun istiyor.
Köpek besleyenler iyi bilirler; Golden’lar asla ısırmaz.
Yavruysa, dişleri kaşındığı için sadece diş geçirir!
Bir yaşına geldiğinde de bu alışkanlığını bırakır!
Paşa ile İzmit’in merkezinde kısa bir süre dolaştıktan sonra Saat Kulesi’nin de bulunduğu Kültür Tepesi’ne doğru gittik.
İlgisizlik ve bakımsızlıktan yıllarca serserilerin cirit attığı Saat Kulesi’nin etrafı, oturma bankları ve insanın içini açan yeşil bitki örtüsüyle bambaşka bir görüntüye bürünmüş.
Saat Kulesi’nin alt tarafındaki şelale de ilgi çekiyor, ayrı bir güzellik katıyor.
Paşa ile Tren Garı’nın bulunduğu noktaya inmek için Saat Kulesi’nin yan tarafındaki Atatürk Heykeli’nin tam karşısında İzmit Belediyesi eski Başkanı Halil Vehbi Yenice döneminde yaptırılan merdivene yöneldim.
Merdivenlerin basamakları çamura bulanmış.
Üstelik gece yağan yağmur nedeniyle her taraf su içinde.
Adeta cambazlık yaparak aşağıya indim.
Sanırım İzmit Belediyesi ekipleri uzun süredir bu merdivenin olduğu noktaya gitmediler.
Eğer öyle olsaydı her taraf toz toprak içerisinde olmazdı.
İnsanları metrelerce yürümekten kurtaran, bir alt yola kolayca inişi sağlayan bu merdivenlerin daha temiz tutulması ve mutlaka elden geçirilmesi gerekiyor.
Yağmurlu havalarda merdiven üzerinde suyun birikmesinin nedeni de bazı yerlerde çöküntüler olması.
Neyse bir alt yola indim ve Tren Garı’na doğru ilerledim.
Tren Garı içerisindeki alt geçidi kullanarak karşıya (Marina’ya) geçmeyi düşünüyordum.
Ama alt geçidin başında üzerinde “kapalı” yazılı kocaman bir tabela gördüm.
Malum Yüksek Hızlı Tren Yolu çalışması sürüyor, kapalı olması da son derece doğal.
Eskiden araçların kullandığı daha sonra yayalara tahsis edilen eski Gar binasının karşısındaki alt geçidi kullanmak için o tarafa yöneldim.
En son o geçitten geçerken her taraf pislik içindeydi.
Başta bira şişeleri olmak üzere ne ararsanız vardı.
Hatta bazı kendini bilmezler o alt geçidi tuvalete dönüştürmüştü.
Malum koku köpeklerin en gelişmiş duyusudur.
“İnsan dışkısına da yönelebilir” diye düşünerek Paşa’nın tasmasını iyice kısalttım.
Alt geçide girdiğimde karşılaştığım görüntü beni şaşırttı.
Bal dök yala misali her taraf tertemizdi.
Köpeğin tasmasını açtım ve Paşa 5 metre önümde kuyruk sallaya sallaya yürümeye başladı.
Paşa alt geçidi geçene kadar hiçbir yeri koklamadı.
Bu durum bile o alt geçidin temizliğinin göstergesidir.
“Helal olsun” şeklindeki sözlerle AKP’li belediyelerde yer alan yöneticilerin kulaklarını çınlattım.
Hızlı Tren çalışması bittiğinde ve Tren Garı içerisindeki alt geçit açıldığında da umarım bu alan yine tertemiz olur.
Düzenleme çalışmaları nedeniyle aylarca toz toprak içerisinde kalan Marina’da da göze batan herhangi bir olumsuzluk yok.
İnsanlar banklarda ya da ağaçların gölgelerinde oturuyor.
Bazıları da sahil kenarında tur atıyor.
Tekne Balık Lokantaları bu alana hava katıyor.
Bir ara tasmasını çıkarıp Paşa’yı serbest bıraktım.
Çimlerin üzerinde yuvarlandı.
Kuşları kovaladı.
Bir oraya bir buraya koştu.
Metrelerce öteye gittiğinde bile tek bir işaretimle koşarak yanıma gelmesi ayrı bir keyifti.
Bizim ufaklık insanları seviyor, herkese yaklaşıp kendini sevdiriyor.
Ama biz ilerleyince kendisini seven kişiden uzaklaşıp hemen yanımıza geliyor.
Bir ara tuvalete gitmek için Paşa’yı bir ağaca bağladım.
Havlama sesleriyle Marina’yı inletti.
Ben yanına gelince de sevinçten zıplamaya başladı!
Marina’da bir arkadaşla oturduk ve bir iki saat sohbet ettik.
Daha sonra Paşa ile birlikte Halkevi’ndeki üst geçidi kullanarak karşıya geçtik.
Kentin merkezinde karşılaştığım kişilerden bazıları “Hayrola moralin mi bozuk? Yüzün kıpkırmızı”dedi.
Bende şaşırdım; “Hayır iyiyim” karşılığını verdim.
Neden böyle söylediklerini gazeteye gelince anladım.
Lavaboya girdim, aynaya dikkatli baktığımda yüzümün kızarmış olduğunu fark ettim.
Bir süre güneşin altında cimlerin üzerinde oturmuştum ve saatlerce de güneşin altında dolaştım.
Benim gibi iş yoğunluğundan dolayı tatile gidemeyenlere tavsiye ediyorum; İzmit’i dolaşın bronz bir tene sahip olun!
Sevgiyle kalın!