Öç alınan kesim onlardır.
Büyük güçlerin büyük korkularının karşı cephesinde olmanın en büyük bedelini onlar ödemiştir.
İçlerindeki masum HİZMET arzuları ve VEFA duyguları “Ödüle” layık olsa da BÜYÜK GÜÇLERİN yanında yer almamanın bedeli ödetilmiştir onlara.
Vefa, asalet, feragat ve şahsiyetten yoksun dönekler ise BÜYÜK GÜÇLERE yardım ve yataklıktan ötürü ödüllendirilmiştir!
Siyasetin en iğrenç yönüyle karşı karşıya kalan ve asla görmek istemediği yüzünü görenlerdeki düş kırıklığını anlayabilmek için bu duyguyu bir kez tatmalı insan.
Onları anlayabilmek için onların yaşadıklarını yaşamalı.
En çok sevdiğiyle, en fazla değer verdiğiyle imtihan edilmek ve bu imtihanı gerçekleştiren şahsiyetlerin aslında onların hukukunu koruması gereken BÜYÜK GÜÇLER olması işin en vahim tarafıdır.
Egemen, baskın güce kendini teslim etmeyen, korkup benzeşmeyenlerin ve inandığı, ideal aldığı insanın yanında asaletinin sonuna kadar mücadele edenlerin neden sevilmediğini ve neden saha dışına itildiğini anlayabilmek asla mümkün değildir.
Günümüzde siyaset, sözü geldiğinde “İnsan kazanma sanatı” olarak ifade edilse de insanların çarçabuk harcandığı ve hatta harcanmasının yanı sıra dik durmasını başaranlara karşı “Vebalı” muamelesi yapılıp harcanmasıyla meşhur hale getirilmiştir.
Aslında, Siyasette söz sahibi olanların yaydığı korkunun “ecele” faydası yoktur ve yaydıkları bu korku kendi ecellerinin hızını arttırmaktan başka bir işe de yaramamaktadır.
Onurlu olan, dönüşmeyenler bir gün mutlak ve mutlak dönüştürme erdemiyle mükafatlandırılacaklardır.
Bu iddia her ne kadar ütopik görünse de ülkemizde siyasi dengelerin 10-12 yılda bir ani el değişimi gösterdiğini, iktidarların yerini ya tam zıttına ya da kendisine yakın siyasi yapılanmalara teslim etmek zorunda kaldıklarını düşünürsek; Onurlu kalanların her zaman etki ve varlıklarını sürdürdüğünü rahatlıkla görebiliriz.
Kıblesi şehvete dönen utanmazla aynı safta duranlar, harama şükredenle birlikte Amin diyenler, yılgınlığı bir ibadet biçimi olarak sunanlara eğilenler, masum bedenimizin “Seri katilleri” ile birlikte cebini kanlı paralarla dolduranlar elbette bedel ödeyecekler ve mutlaka ilahi adaletten hisselerine düşen nasibi alacaklardır.
Davranış bozukluğu ve yoldan sapma handikabıyla hareket eden ve aslında iş işten geçmiş dedirten bu DAĞITAN-HARAP EDEN siyasi anlayışa karşı ılımlı ve olumlu mesajlar vermek mümkün değildir.
Siyasette, teşkilatın tam böğrüne saplatılmış “DİK DURAN ADAMLARA ÖLÜM” nefreti sökülüp atılmadan hiçbir şeyin değişmesi mümkün olmadığı gibi teşkilat olmanın gereğini yerine getirmiş, can siper hane çalışmış, her türlü emeği sarf etmiş ve kahrını çekmiş “ötekilere” karşı hizaya çekme eğilimi bitmeden de sonuca varılamaz.
Çünkü hiç bir şeyden ders almayan, hiçbir öğüde gönül penceresini açmayan, sert iklimde kendi rüzgarıyla yaşamaya alışık beyinlerin egemenliğinde bir yapı vardır.
İşin trajikomik tarafı da vardır ve şudur; Zor günlerde, özellikle seçimlere yakın dönemlerde her şeyin unutturulmaya çalışıldığı dünün tecrit edilmişlerine karşı “Lüzumlu-değerli adam” muamelesi yapılması klasik hale getirilmiş ve çeşitli davetlere-organizasyonlara davet edilerek kendilerine “Akil insanlar” unvanı verilmeye çalışılmıştır.
Buradaki maksat “değer” vermek değildir.
Değer verilmenin ne demek olduğunu çok iyi bilen davetliler de aslında bu “Değer” safsatasına inanacak kadar aptal değillerdir fakat saha dışında kalmamak gibi basit bir cümleyle izah edilecek bu karşılıklılık yani birbirini çok iyi anlama durumuna uyarak “Maskeli Dostluk” eğilimine rıza gösterirler.
Davet edende davet edilende asıl maksadı bilir fakat bilmez!
Davet edenler için “Günün değerlileri” çalışır veya çalışmaz hiç önemli değildir, önemli olan karşı durmamalarıdır.
Siyasetin bu yüzüyle daha yukarıda ifade etmeye çalıştığım yüzü arasındaki iğrençlik bize seçimler öncesi ve seçim dönemi düşünce kalıpları açısından ipuçları vermektedir.
Siyasette seçim öncesinde yaşananlarla seçim döneminde yaşananlar arasında insan aklının almayacağı bu tezatlık o kadar normalleşmiştir ki dün arkanızdan olmadık işler yapanlar, laf getirip-götürenler, gıybet edenler ve hatta birbirlerine küfür edenler dahi bir araya gelebilir ve hiçbir şey yokmuşçasına hareket edebilirler.
Sağlam karakterli, dünyasını sadece siyasete ayırmamış, sözünün eri, duruşu net şahsiyetleri bunların dışında tutmakla birlikte bunların içlerinden bazılarının dahi en yakınları tarafından Vatan, Millet, Dava gibi türlü laf cambazlıklarıyla aldatabildiklerine eminim hepimiz şahit olmuşuzdur.
Sonuca doğru gitmemiz gerekirse, burada dikkat etmemiz gereken en önemli husus; Siyasi oluşumun il bazında en üstünde duran BÜYÜK GÜÇLERİN kim olduklarına, seçim döneminden önceki davranışlarına, teşkilat bazındaki güvenirliğine, sözünün eri olup olmadığına, insanları aldatıp aldatmadığına, yalan konuşup konuşmadığına, vefa duygusunun olup olmadığına, egosuna ve en önemlisi siyaseti eş-akraba ve ticari getiri üçgeni arasında yapıp yapmadığına çok dikkat etmektir.
Bir siyasi partinin en üst noktasında bu vasıflardaki şahsiyetler zirvedeyse, oturup düşünmek gerekir.
Her dönemde iktidar olan partilerin dejenerasyon sürecini tetikleyen şahsiyetler olmuştur ve kaçınılmaz sonun başlangıcı da maalesef en üst noktadaki bu şahsiyetler sebebiyle başlamıştır.
“TRUVA ATI” benzetmesinin yakıştığı bu tipler sebebiyle binlerce, yüz binlerce insanın bel bağladığı, inandığı, güvendiği ve gece-gündüz demeden emek verdiği siyasi partiler maalesef siyaset mezarlığındaki yerlerini almış durumdadırlar.
Umarım seçim döneminde bu TRUVA ATLARININ oyununu bozacak bir akılla hareket eder ve onlar tarafından kahır çekmek zorunda bırakılan “ÖTEKİLER” olarak görülmenin hesabını sorma cesareti ve erdemini kendimizde buluruz.
Kalın sağlıcakla.