Elbette her gazeteci ve yazar-çizer gibi kaleme aldığım konulara hislerimi ve yaşadıklarımdan kaynaklanan öfkelerimi de dâhil ediyorum.
Kısaca “Yazmakla başı hoş olanlardanım”
Her yazdığını beğenen, yazdıklarına gıpta ile bakanlar, ilgi ile takip edenler olsa bile, yekdiğerleri için hiçbir bağlayıcılığı da olmayabilir.
Birileri onları hiç sevmese de benimde kaleminden ilham aldığım, her gün okumaktan zevk duyduğum, bazen dobra dobra, delikanlıca ve bazen de son derece felsefi yazılar döktüren bir sürü yazarı bende hiç aksatmadan takip ediyorum.
Bazı yazılarınız yazdıktan sonra size bir ferahlık vermeyebiliyor.
Istırapla yazılan o yazılarınız aslında kaçmak istediğiniz, bir başkasının bilmesinden memnun kalmadıklarınızdır lakin sizi bir gölge gibi takip eden vicdanınız “bilinmesi gereklidir” komutuyla sizi yönlendirir ve sizde ıksına-tıksına devam edersiniz yazmaya.
Sizi mutlak yazmaya sevk eden “gölge vicdanınız” toplumu sevk ve idare edenlerin sevk ve idare ederken takındıkları alçakça tutumlardır ve siz kayıtsız kalamadığınızdan sürdürürsünüz mıhlı yazılarınızı.
Bazen gece yarısı, herkesin süslü uykusunda huzurla yattığı saatte siz “gölge vicdanınızın” kaçırdığı uykunuzla açarsınız elinizin altındaki bilgisayarın kapağını ve basarsınız klavyenizin tuşlarına sessizce.
Türkçenin en önemli şairlerinden Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın kelimelerle olan ilişkisini açıkladığı enfes sözleri her şeyi ifade etmekte aslında.
“Geliyorlar bana, hem de her zaman. Hiç yakamı bırakmıyorlar. Uyurken bile gelip başucumda bekliyor, odanın içinde dolanıyor, dedikodumu yapıyor, 'baksana şu adama, nasıl da uyuyor' diyorlar. Beni hiç bırakmadılar, bırakmalarını da istemem. Sanki kafamın içinde bir makine var ve kelimeleri o yazıyor, ben değil.”
Bu mesleği senelerce sürdüren, beynini memleket meseleleriyle meşgul edenlere, sağcı-solcu yazar diye ayırt etmeksizin hayranım.
Hiç kolay değil.
Hepsinin önünde saygıyla eğiliyor, alanlarını işgal etmemizden ötürü boynumuza tabelamızı takıyor ve “ Vermiş olduğumuz rahatsızlık sebebiyle” özür diliyoruz.
Bu gün böyle olsun istedim.
Belki neden yazı yazma ihtiyacı hissettiğimizi, kullandığımız dilin gerekçelerini, belki de çok profesyonel geçinen “beğenmezlerin” kendilerine ne kadar önem verdiğimizi hissetmelerini sağlamak içindir bu günkü yazımız.
Profesyonel deyince, elimin altındaki Türk televizyonlarının en büyük starı Reha Muhtar’ın sevimli sözlerinden derlenen repliklerini paylaşmak isterim sizlerle.
Değerli profesyonel büyüğümüz bu soruları konuklarına gerçekten sormuş mu, yoksa bunlar onun sempatik kişiliğini yansıtmak maksadıyla mı kaleme alınmış onu bilemem ancak çok hoşuma gittiği ve sizlerinde biraz eğlenebilmesi için sunuyorum sizlere.
Dedim ya; Bugün ayrı bir gün.
Reha Bey'den inciler:
Reha Bey, cinsel tacizle suçlanan okul müdürüne şunları söyler…
-Sen benim sözümü kestiğine göre kim bilir daha neler yapmışsındır!
*******
Harika Avcı kürtaj yaptırır. Reha Bey sorar…
-Peki, şimdi bebek nerede?
*******
Adam karısını boğarak öldürmüştür. Reha Bey'in ilk sözü
-Efenim başınız sağ olsun…
*******
Reha Bey bazen anlamakta zorlanır…
-Doğuştan kör olduğunuzu anladım da beyefendi, küçükken de gözleriniz görmüyor muydu onu soruyorum?
*******
Reha Bey cenaze haberi verir…
-Salı günü kılınacak Cuma namazından sonra defnedilecek cenaze…
*******
Alparslan Türkeş'in cenaze töreni. Reha Bey anlatır…
- Cenaze töreninde sayıları on binin üzerinde yedi bin güvenlik görevlisi vardı…
*******
Kız tecavüze uğramıştır. Reha Bey kızın duygularını öğrenmek ister…
-Ne yaptılar? O an nasıl hissettiniz?
*******
Dağcılar donmak üzereyken kurtarılmıştır ve Reha Bey oldukça kısa bir soru sorar…
-Soğuk muydu?
*******
Bey, mazluma akıl verir…
-Peki, siz sormadınız mı sünnetçiye neden hepsini kestiniz diye?
*******
Kadın bıçaklanmıştır. Bey canlı yayında gerçeklerin peşindedir…
-Sizi öldürebildi mi efenim?
*******
Şerafettin Bey, Reha Bey'e canlı yayın konuğu olmak zorunda kalmıştır…
- Sayın Şerafettin Bey kardeşim, siz orada var mıydınız, yok muydunuz efenim?
-Yoktum.
- Yoktum diyorsunuz.
- Yoktum diyorum.
- Bak Şerafettin sana bir daha soruyorum: Var mıydın, yok muydun?
- Valla billa yoktum.
- Yemin etmenize gerek yok efendim, size inanıyoruz. Var mıydınız, yok muydunuz?
- Vardım efendim…
- Peki, Şerafettin siz demin yoktum diyordunuz, şimdi de vardım diyorsunuz? Bu nasıl iş kardeşim?
- Yoktum dedim inanmadınız, ne yapayım?
- Ne yapacağınızı ben bilemem efendim. Orasını sen düşün. Var mıydınız, yok muydunuz?
- Hatırlamıyorum.
- Hatırlayınız efendim. Bak bir filmimiz var sizinle ilgili. Onu birlikte izleyelim, sonra sana soracağım.
*******
Film izlenir. Muhabir çekim yapmak için izin ister ama Şerafettin Bey izin vermez. Kameraman yine de çekimini yapar…
Reha Bey tekrar görünür
- Filmimizi izlediniz Şerafettin Bey. Şimdi ne diyorsunuz?
- Galiba varmışım.
- Galiba ile olmaz efendim, emin misiniz?
- Eminim.
- Öyleyse eminsiniz yani.
- Evet, efendim eminim.
- Şerafettin Bey eminim diyorsunuz ama pek emin görünmüyorsunuz…
*******
İzleyiciler bir kez daha Reha Bey'e hayran kalır… Bu kez Hamdi Bey Reha Bey'in konuğu olmuştur
- Sayın Hamdi Bey iyi akşamlar efenim. Sizin adınız Hamdi midir efenim?
- Evet Hamdi'dir, Reha Bey…
- Hamdi diyorsun.
- Hamdi diyorum çünkü nüfus kâğıdımda öyle yazıyor.
- Ben sizin nüfus kâğıdınızı sormuyorum efenim. Size soruyorum. Sizin sahte olmayan isminiz nedir?
-Hamdi.
- Nasıl yazılıyor?
- He, a, me, de, i şeklinde…
- Yani sahte olmayan isminiz Hamdi diyorsunuz. Peki sahte olan isminiz hangisi?
- Benim sahte olan bir ismim yok!
- Ama demin sahte olmayan ismim Hamdi dediniz. Demek ki bir de sahte isminiz var.
(İşte Reha Bey yakaladı!)
-Size Yeşil diyorlar efendim. Siz Yeşil misiniz?
- Hayır, Yeşil değilim.
- Öyleyse size niye Yeşil diyorlar?
- Bana Yeşil demiyorlar. Hamdi diyorlar.
- Yani inkâr ediyorsunuz. Sükût ikrardan gelir Hamdi.
- Ben sükût etmiyorum, konuşuyorum ve Yeşil değilim diyorum.
- Yeşil değilim dediniz ama mosmor oldunuz. Bak şimdi de kızarıyorsun. Niye sarardın Hamdi?
- Sarardım çünkü ben Tanrı'nın oğluyum. Her renge girerim.
- Ne oldu Hamdi Bey? Bir tuhaf konuşuyorsunuz.
- Galiba delirdim. Bana bir doktor lütfen!
- Geçmiş olsun Hamdi Bey. Size acil şifalar diliyorum. İyi akşamlar efenim.
*******
Bir yüzücü 350 tonluk bir gemiyi çekmiştir. Reha Bey sorar…
- Nasıl çekiyorsunuz gemiyi?
- İnanç meselesi. İçinizde bunu hissetmeniz gerekir.
- Neyi hissetmem gerekir? Gemiyi mi?
*******
Nasıldı?
Cevap vermeyin…
Bu gün benden beklenen bu değildi, biliyorum.
İzlenmek ve neden izlendiğini bilmek böyle bir şey olsa gerek.
Bazen umulmadık şeyler yapmak gerekli midir diye düşünüyorum şu an.
Bu kadar ciddi konular varken, seçim spekülasyonları yapılıyorken, sürpriz ismin hangi partinin kesin adayı olduğunu bildiğim halde yazamıyorken sizi esprilerle meşgul ettiğim için özür dilerim.
Sözüm vardı; açıklanmadan açıklamam diye.
Sırf sözümü tutmak için “gölge vicdanımla” birlikte maalesef uyuyorum…
Hepinize iyi uykular!
Kalın sağlıcakla…