O Âlim’dir, her şeyi hakkıyla bilendir.
O Basir’dir her şeyi görendir.
O Semih’dir, her şeyi işitendir.
O’ndan başka sığınılacak yoktur ve bende bir Müslüman Türk vatandaşı olarak yalnız
O’na sığınıyor, yalnız ondan yardım diliyor ve tekraren bu tüylerimizi diken diken eden sahneleri bizlere yaşatanları sadece ve sadece O’na havale ediyorum.
Kim ki kul olduğunu, hataya-kusura-yanlışa meyilli olduğunu unutup O’ndan başkasını ilahlaştırdıysa, her hatadan ve yanlıştan münezzeh gördüyse onu yine Allah c.c Hazretlerine havale ediyorum.
Ve kim ki bizdeki bu sancının, ıstırabın, itirazın sebebini “koltuk altından gidince eleştirir” cümlesiyle başlayan sebeplere dayandırıyorsa onlara da dua ediyorum; Allah öbür âlemde sizleri bu günkü sevdiklerinizle, yanınızda görmek istediklerinizle, el ele verdiklerinizle, kahkaha attıklarınızla, şarkı-türkü söylediklerinizle, selam gönderdiğiniz Kürdistan’dakilerle, dağlardan indirmeye çalıştırdıklarınızla, hapishanelerden boşaltmak istediklerinizle, Mehmet’ imin kanının bu zanlılarıyla hasretsin ve yeriniz neresi olacaksa, aynı yerde olmaktan beni uzak eylesin.
Televizyon seyrederken ilk defa Anayasa Mahkemesi Başkanının Ak Parti kapatma kararını açıklarken ağlamıştım bir de Cumartesi günü gördüğüm o manzara karşısında ağladım.
Ciddi ciddi ağladım.
Uğradığım hayal kırıklığıyla, çok şeyler beklediğim şahsiyetlerin kimlerle yan yana olduğunu görünce, yüreği yanan anaların neler hissettiğini düşünerek ağladım.
Yıllarca verdiğimiz mücadelenin vardığı sonucu görünce nefret ettim kendimden.
Kızdım, küfrettim…
Kimseden verdiğim tepkinin aynını beklemediğim gibi yekdiğerlerinden de bu hadiselere gösterdiği anlayışı benden beklemesini istemem.
Konuştukça, anlattıkça artan nefretimin daha fazla bilememesi için bu konuyu burada kesiyorum ve geçiyorum başka konuya.
Şu sıralar herkes siyasi analiz üstadı kesildi başımıza.
Yazar-çizerlerden bahsetmiyorum elbette.
Hangi masaya oturursanız, hangi esnafın yanına uğrarsanız, kim ziyaretinize gelirse tek konu siyaset.
Önceden kurgulanmış, bir başkasının fikri veya seni konuşturmak üzere olduğu çok net anlaşılan cümlelerle başlayan sohbetler o kadar can sıkıcı hal alıyor ki bazen “bitse de gitsek” diyoruz.
Hazreti Mevlana’nın Mesnevi’ deki hikâyesine benzetiyorum bu durumu.
Şöyle anlatır; Papağana konuşma öğretmek için, önüne bir ayna koyarlar.
Aynada kendi aksini gören kuş, onun başka bir papağan olduğunu zanneder. Aynanın arkasına gizlenen biri de güzel bir diksiyonla öğretmek istediği kelimeleri tekrar eder.
Papağan, duyduğu bu kelimeleri aynada gördüğü papağanın söylediğini sanır. Böylece tekrarlanan kelimeleri ezberleyerek, söz söylemeyi öğrenir.
Papağan konuşmayı öğrenir ama söylediği sözün manasından haberi yoktur.
İşte bu hikâyedeki durumla karşı karşıyayız.
Birileri bir şeyler söylüyorlar, onlarda geliyor aynı şeyleri bize tekrarlıyor.
Anlattıklarının içinde kendi fikri, analizi yok ve ne yazık ki ezberlediklerini ifade etme becerileri de yok.
Aynanın arkasına gizlenen uyanıklar öyle kelimeleri öyle ustalıkla ezberletiyorlar ve öylesine inandırıyorlar ki kendilerini, bunu körü körüne savunmak için birde ukalalaşabiliyorlar.
Çok iyi bildiğin doğrular üzerine bir sohbet açılıyor, aman Allah’ım neler işitiyorsun…
Sen yaşamamış olsan, birebir şahidi olmasan sen bile inanırsın.
Bir iddia, bir direnç, sorma gitsin.
Seni de sınamıyorlar değil yani!
Konuşturmaya yönelik moda cümleleri şöyle:
-Abi adamın arkasında öyle güç var ki, aday olmaması için bir sebep göremiyorum, ya sen?
-13-0 olur yine… Başbakanın rüzgârı bu işi yine bitirir, yalan mı?
-Ne yapıyorsun abi? Sen Başbakanı seversin, karşı çalışma yapacağını söylüyorlar ama ben inanmıyorum. Yanılıyor muyum?
Bu tatlı su kurnazlarına bizde duymak istedikleri cevapları veriyoruz elbette.
Bir de çokbilmişlik ve partinin her sırrına vakıf edasında başlayan moda konuşmalar var.
-Genel merkezden şu adamla görüştüm. Temayülde şu ilçeden şu adam çıktı, anket sonuçları da tamamlandı ve şu epey önde.
-Yok, o adam aday gösterilmez. Sen yanlış biliyorsun. Şöyle bir sorunu var… Ben biliyorum ya!
Neyse işte… Böyle cümleler kurularak başlayan sohbetlerden ne çıkacaksa çıkıyor ve herkes siyasi orgazm olarak geçiriyor günlerini.
Bilmediği veya bilmediğinin bilinmesini istemediği, ezberlediği cümlelerin cenderesinde pres olduğu şahsiyetlerin bu kadar mutlu olmasını hoş görelim ve şunun şurasında kalan 4 ay için biraz daha sabredelim ve kimsenin kalbini kırmayalım.
Nasıl olsa adaylar açıklandıktan sonra herkes aynanın arkasındaki kurnazların ezberlettiği cümlelerin doğruluğu veya yanlışlığıyla baş başa kalacak ve hemen her ilçede 7-8 ortalaması olan aday yandaşlarının sadece birisi haklı çıkarak ve bu seferde “Ben dememiş miydim” muhabbetleriyle bizi istesek de istemesek de meşgul etmeye devam edecek.
Konunun özü: En çok neye üzülüyorum biliyor musunuz?
Her seçim döneminde binbir umutla desteklediği adayının peşinde koşan, gece-gündüz koşturan, para versen yaptıramayacağın işleri gönül rızasıyla yapan, evini-evlatların-işini ihmal eden o saf, temiz, berrak insanlar yok mu? İşte onlara çok üzülüyorum.
Olan onlara oluyor.
Bakın şimdi, aday adaylarının tamamı eğer memursa veya bir iştirakte çalışıyorsa işinin başına tekrar dönecek ve maaşını tıkır tıkır almaya devam edecek.
Eğer esnafsa, dönecek işinin başına, oturacak koltuğuna.
Peki, bu kadar umutla çalışan kardeşlerimizin hayalleri ne olacak?
En fazla 4 ay sonra o etrafında pervane olduğu adayı onu arayıp sormadığında, hiçbir derdiyle ilgilenmediğinde, onun için verdiği mücadelenin onda bir samimiyetini kendisinden göremeyince ve birde eşinden-çocuklarından “ya baba, değdi mi” lafını işittiğinde hali nice olacak?
Hep söylüyorum; Siyasetin nankörlerinin öbeklendiği sistem içinde olan vefakârlara olur.
Ta ki; tasınla tarağın diyene kadar.
O yüzden, Papağan olmaya gerek yok.
Hele kullanılmaya hiç gerek yok.
Kalın sağlıcakla…