Hakem bu zeminde maç oynanmaz diyerek maçı iptal etti.
Bir gün sonra maçı izlerken gördüğüm manzara daha da rezaletti.
O kar, o beyaz, zemini o kadar yumuşatmış o kadar rezil hale getirmiş ki; beyazı kaldırdığında alttan çıkan çamurlar insanın midesini bulandıran cinstendi ve orada maç oynanmasını imkânsız hale getirmişti.
Ama yine de oynandı.
Bütün çamurluğuna, bütün rezaletine rağmen!
Bu tür kaygan ve çamurlu zeminde her babayiğit top oynayamaz.
Çamura alışık, bu zeminin üstatları yapar bu işi en iyi.
Siyasette böyle bir şey!
Masumiyetinden, samimiyetinden, dürüstlüğünden kaybetmemek adına bembeyaz zeminde maç yapmaya niyetli şahsiyetleri bir hakem öyle bir zemine çeker, öyle bir zeminde maç yapmaya zorlar ki; orada, o çamurun içinde futbol oynamak imkânsızdır bu kişiler için.
Çamurun içinde oynanan maçtan seyirciler de memnun kalmaz, zevk almaz.
Topun nerde takılacağı, futbolcunun nerede kayacağı belli değildir çünkü.
Hakem için ise bunların hiç önemi yoktur.
O kaymaz, o düşmez, üzerinde tek bir leke dahi bulamazsın.
Düdüğünü çalar, herkes onun düdüğünden çıkan sese uymak zorundadır.
İstediğine Sarı kart istediğine Kırmızı kart gösterir ve bu aldığı kararların hiçbirisine itiraz dahi edemezsin.
Seni sahadan atma yetkisi vardır.
Bütün hünerlerine, futbolu ondan kat kat iyi bilmene, ondan daha dürüst, daha şerefli, daha onurlu olmana rağmen düdük ondadır ve istediği zaman seni sahanın dışına atabilir.
Maçın skorunu, sonucunu değiştirip değiştirmeyeceğine bakmaksızın, sadece egosu sebebiyle de yapabilir bunu.
Koskoca bir takımı satın alacağına bir hakemi satın al çok daha iyidir senin anlayacağın!
Hakem maçı satmaz mı acaba?
Öyle bir satar, öyle bir pazarlar ki…
Yok mu örneği?
Peki, teknik direktör satmaz mı takımı?
Herkes bilir bu soruların cevabını… Hem de çok iyi bilir…
Kimsede şaşırmaz böyle şerefsizlere çünkü Dünya tarihi içerden ihanet edenlerle bezenmiştir.
İhanet şebeke halinde de yürütülebilir.
Bir tek hakemi satın almakla yetinmeyip takımdan birçok kişiyi de çekebilirsin kendine.
Her zaman lazımlardır sana.
En pis işlerinde kullanmak üzere gereklidirler ancak bunu yaparken takımın dürüst kişiliklerinin bundan haberi olmaması lazımdır.
Oyunu bozacakların oyundan haberi olursa her şeyi berbat edebilir derken yine dinamon devrededir aslında… Hakem…
Nerde düğümleniyormuş iş: Hakem…
Onu satın aldın mı her yerden sağlamsın kardeşim.
Hiç merak etme, kimse bükemez bileğini.
İhanetçilerin oyununu ortaya serecek, yapılan çirkin anlaşmaları bozacak, şerefsizlere karşı şerefiyle top oynayacak ve maçın kaderini değiştirecek futbolcular sahaya çıkarsa bir düdükle bitiririz işini.
İşimiz gücümüz yok bunlarla mı uğraşacağız?
Bir sürü yandan çarklı işimizin arasına birde bunlarla mücadeleyi mi sokacağız?
Çal düdüğü, bitir işi…
Buraya nerden gelmiştik? Beyaz zeminin çamur olmasından!
En sonunda hakem ve ihanet şebekelerinden dem vurduk.
Birde şundan bahsedelim ve kapatalım konuyu: Civelek ve Alemdar dostluğundan…
Aziz Alemdar ortalıkta görünmüyor şu günlerde.
Civelek abisi öyle buyurmuş kendisine.
Ankara’ da el etek görüşmelerinden fırsat buldukça makamına getirttiklerini kabul etme şerefinde bulunuyormuş.
Bu süreç belli ki kendisine epey pahalıya mal oluyor ama olsun…
Yabancıya gitmesin…
Civelek bakalım son dakika gölünü nasıl atacak kendisine.
Gerçi o Civelek’ e güvenmekle yetinmenin ne kadar sakıncalı olduğunu bildiğinden Başbakana ulaşacak şahsiyetleri devreye sokmaya çalışsa da ondan önce oraya ulaşanların verdiği bilgiler duvar gibi önünde duruyor ve o duvarları da bir türlü aşamıyor.
Alemdar yüzüne karşı “He he” diyenlerin arkasından “Aman ha” dediğinin farkına varana kadar başka bir isim “şak” diye gelip geçecek.
Allah biliyor, bende istiyorum Alemdar’ ın gelmesini çünkü bundan daha kolay adam yok ve bu sebeple sırf onun ismi gelsin diye hakkında çok uzun zamandır laf bile etmiyorum.
Bu kadarı bile fazla oldu… Keselim…
Civelek ile Alemdar deyince aklıma gelmişti…
Sahiden, şu Sezar neden “Sen de mi Brütüs” demişti?
Sezar’ın düdüğü mü yoktu?
Kalın sağlıcakla…