Tıpkı her canlı ve cansız tüm yaratılmışlar gibi.
Yaratılmış olan mahlûkatın sonu varsa onların kurmuş oldukları düzenin de sonu olacaktır.
Hiçbir şey ama hiçbir şey sonsuza kadar baki kalamaz.
Siyasi partiler de, kurdukları hükümetler de öyle.
Kimi kurulduğu gibi kalır, kimi gelişir ve büyür, kimi devleti yönetme imkânı bulur.
Yönetenlerin büyük şansı vardır eğer yaratılmışlığının farkında olarak yönetebiliyorsa.
Bu şansı yakalayan kaç parti diye düşünürsek fazla şansımız yoktur.
3-4 diye cevaplayıveririz.
Ak Parti’ de bu şansı yakalayan partilerden biridir.
Kuruldu, ardından hemen iktidara geldi ve devleti tam 12 yıldır yönetiyor.
Neler yaptı? diye sorgularsak el vicdan sahibi bireyler olarak onlarca hizmetlerini gözümüzü kırpmadan sayabiliriz.
Ak Parti kuruluşunda olduğu gibi 2002-2007 dönemlerinde mazlumdu ve mazlumların sesiydi.
İktidara gelir gelmez yüzünü AB’ ye döndü ve reformlarıyla insan hakları, demokrasi ve özgürlükler alanında büyük işler yaptı, müthiş mesafeler kat etti.
O dönemde görev yapanlar olarak gururla söz edebileceğimiz güzel işler yapıldı.
Teşkilat kademelerinde adaletten yana, yanlışlara dur diyebilecek ferasette olan bir dolu adam vardı.
Hedef, adındaki “Adalet” vurgusuydu.
2004 seçimlerinden sonra yani teşkilatların kalkınmanın temelini oluşturan başarıyı elde etmesinden sonra “Adalet” vurgusu yerini “Kalkınma” ya bıraktı.
Daha önce evlatlarına iş bulmakta zorlananlar, kapıların yüzlerine kapandığı mazlumlar birden kendilerine sunulan bu ikramdan doyasıya istifade etme yarışına girdiler.
Ticaretin “T” sinden anlamayanlar yeni iş yerleri açmaya, yöneticilik vasfını ihale almak için kullanmaya ve hatta bu konuda kendilerine direnç gösterenlere aba altından değnek göstermeye başladılar.
“Bizden öncekiler” diye başlayıp “Onlar yaptı, sıra bizde, biz neden yapmayalım” diye sonlanan kendilerine hak görme sohbetlerinden sonra had aşılmış “Adalet” vurgusu tamamen unutulmuştu.
“Dünün çulsuzları” bugünün “İş adamları” olmuştu.
Akla hayale gelmeyecek iş alanlarına atılanlardaki bu girişimcilik ruhunun bu denli hayat bulmasının sebebi müteşebbis ruhu değildi elbette.
“Şu adam” diye başlayıp “Nasıl ve neden bu kadar korunuyor” “Sen mazlumun hakkını onlara nasıl peşkeş çekiyorsun” diye tamamladığımız sorularımız ve sitemlerimizin yanıtsız kalmasının yanı sıra yaramaz çocuk ilan ediliyor, her yanlışa karşı koyanlar olarak işinin bitmesinin zorunlu olanlar listesindeki baş sıramızı kapıyorduk.
Her şeyin farkına varan, farkına vardıklarını kamuoyu ile paylaşmaya çalışan medya susturulmaya çalışılıyor ve hatta direnenler hakkında dar kapsamlı toplantılarda kendilerine ekonomik baskı uygulanarak seslerinin kesilmesi gerektiği konusunda mutabakat sağlanıyordu.
İktidarla ve hele yerelde tüm imkânları elinde tutan iktidarla savaşmanın bedelini ödeyemeyen, reklam, ilan vb. gelirleri elinden alınanlar patır patır dökülmeye başladığında artık her şey başarılmıştı.
Aynı medya tarafından bir elin 5 parmağını geçmeyen bizler “direnen adamlar” yerine medya algısı “Koltuk sevdalısı” olarak tanzim ediliyor gerçek mücadelenin neden ve niçinleri büyük bir ustalıkla gözlerden kaçırılıyordu.
Yaptıkları her yanlışın karşısında olduğumuz imkân sahipleri bizlerin işini bitirmek için eli kalem tutan bazı zevatların kredi kart taksitlerini ödüyor, eşlerini işe sokuyordu.
Bu da yetmezmiş gibi iktidarda muktedir olanların kanallarına olukla para akıtıyordu.
Şımaranlar şımarıklarını, iş bitirenler iş bitirmelerini halktan uzak tuttukça hadleri bir o kadar artmaya başlamış, bazı medya kuruluşları kendilerini kurtarırken yumdukları gözlerinde vatandaşa başka rüyalar göstermeye başlamışlardı.
Adalet havarisi kesilen bazıları ise başkan kafası koparmaya başlayarak aynı yola başka patikadan ulaşmaya çalışıyordu.
Yerel gazeteleri okuyan vatandaş tüm sayfalarda belediyelerin nasıl harıl harıl çalıştığını, her şeyin nasıl süt liman olduğunu okudukça desteğini arttırmış ve üst üste girilen seçimlerde zafer üstüne zaferler kazanılmıştı.
“Uyu bebek uyu,
Uyutayım seni,
Ninnilerle minnilerle, avutayım seni “ masalı tutmuştu.
Dövülerek, sövülerek, terörist, oyun bozancı olarak partiden uzaklaştırılanların yanı sıra vatandaşın aleyhine gördükleri uygulamalara el kaldırmayan meclis üyeleri, yönetim kademelerinde görev almak isteyen idealist yapı bir bahane bulunarak tecrit ediliyor, disipline verilerek partiden ihraç ediliyordu.
Bugün gelinen noktada eski dostların yeni örgüt üyesi olmaları, inlerine girilecek şahsiyetler ilan edilmesi, balyoz ve benzeri sebeplerle içeri atılan bugünün masumlarının günahının o eski dostlara ödenmeye çalışılması yeni hikâyeler değil anlayacağınız.
Her merdivenin beraber çıkıldığı Cumhurbaşkanımız Sayın Adbullah Gül, İdris Naim Şahin, Mehmet Mir Dengir Fırat, Abdullatif Şener, Kürşat Tüzmen, Uğur Mumcu ve adı esamesi artık okunmayan Sayın Vecdi Gönül gibi onlarca şahsiyetin hangi sebeplerle tecrit edilmeye çalışıldığını sorgulamak birçok sorunun cevabıdır ve sadece dışarıya değil içeriye yönelik harekât düzenlemekle de meşhur hale getirilmiştir parti.
Hoşuma giden şu benzetme tam cuk oturuyor bu duruma; Ak Parti’nin AKP ile savaşı.
Ak Parti son seçimden önce AKP’ li bakan çocuklarıyla alakalı büyük bir sorun yaşadı ancak vatandaş yine kredisini devam ettirdi.
Başbakana yukarıda vurguladığım gibi birçok önemli hizmetlerinden ötürü verdiği bu kredi elbette sonsuz değildir ve her şeyin sonu olduğu gibi bu partinin de bir sonu olacaktır.
Bu sona gelindiğinde dikkat etmemiz gereken en önemli husus; zenginliklerinin artık haddi hududu olmayanların ve adalet terazisi bozulanların ne hale düşecekleridir.
Bugün binbir hakaretlere uğrayanlar dahi vefası gereği desteğini devam ettiriyorsa, ayakta kalmak için bazı yazar-çizerler hala yazıyor ama çizemiyorsa bu ilel-ebet devam edecek değildir.
Silkelenme ve kendine gelme keyfiyetinden uzak “KAL” ehli şahsiyetler oturduğu koltukların artık kendi babalarının malı olmadığına inansalar ve kuruluşundaki ruhu diriltmek için mücadele etseler iyi olur sanırım.
Böyle yaparlarsa bir müddet daha idare edebilirler mi bilemem.
Ancak bildiğim bir şey var; Bu gafletle çok zor.
Konuyu Hazreti Yunus’ un şu şiiri ile özetleyelim.
Devletliyim deyip fakire gülme.
Gülüp gülüp kardeş, kem nazar kılma;
Ölüm vardır yahu, sen gafil olma;
Er yarın Hak divanında belli olur.
Fakiri sev, mala- mülke aldanma;
Fani cihan sana kalacak sanma.
Hakkın lütfuna koş, kahrına yanma.
Er yarın Hak divanında belli olur.
Kalın sağlıcakla.