Yazacakların mı tükendi, yoksa kahir ekseriyetin düştüğü Yusuf korkusuna mı kapıldın? gibi eleştiriler almaya başlayınca gaza gelip birkaç kelam edeyim dedim.
Biliyorum ki böyle söyleyenler beni kışkırtarak fişeklemeye çalışıyorlar ama olsun, anlamamış gibi yapıp hatırlarına binaen kepazeliğin sonu nereye varacak kabilinden bir şeyler karalayalım bakalım.
En fazla kızınca yani bayramlık ağzımı açmaya başlayınca yazmayı seviyorum.
Bugünlerde nedense fazla kızasım yok kimseye.
Pek tepem atmıyor, olaylara fazlaca mülayim bakıyorum nedense.
Aslında bunca zamandır yazıp da her insanın açıkça görebildiği şeyleri fazlaca terennüm etmenin bir faydasını da görmüş değilim hani.
Bizim yazdıklarımızdan sonra içine su serpeceklere bir nebze katkı sağlıyoruz o kadar.
Yoksa böylesine ulu orta tehditlerin, kara kuşak karateciler gibi millete uçan tekme atanların farkında olmayan bir toplumda yaşamıyoruz.
Herkes her şeyin farkında ancak mazlumun bedduasını almaktan sakınmayanlara yazar-çizer tayfasından başka gider yapan, necasete basmışsınız diye uyaran kimse de yok memlekette.
Hal böyle olunca ilk evlerinden alınanlar, mahkeme salonlarında sürünenler de yine yazar-çizerler oluyor.
Ufukta görünen çılgın fırtınalara karşı köprü üstünde dümenini 24 saat gözünü kırpmadan elinden bırakmayıp sonra da gemi batmaya başlayınca gemiyi en son terk etmek zorunda kalanların mürettebata “flakaları neden erken denize attınız veya beni neden yalnız bıraktınız” sitemi etme şansı yok tabii ki.
O kaderine boyun eğerek ve tüm riskleri sahiplenerek geçti o dümene.
Gemi batarken en son o kalacak.
Öyle de oluyor şimdilerde.
İçeri alınan alınana.
Peki, mürettebat ne yapıyor?
Akıldan, basiretten yoksun olanlar gemiyi kurtarmaya yeltenmek yerine geminin kıç tarafındaki yerini alıyor.
Niyet sadece kaçmak, kurtulmak ve kendi kıç tarafını sağlama almak.
Toplumun tüm katmanlarının nefes alışına, göz kırpışına hükmetmeye, kaç tane çocuk doğuracağına bile karar verenlere koşulsuz biat edenlerin ufak dalgalarda kendi kıçlarını kurtarmak için kıç tarafında yer tutmalarına şaşırmıyoruz artık.
Şaşırdığımız; en ufak esen yelde bile tarafını değiştirip fikirlerindeki süratli değişime kendi dahi şaşırıp yine kendi etini tırnaklayanlara.
Tarafı ne olursa olsun yıllarca hizmet ettiği, davası olarak gördüğü, koşulsuz biat ettiği hizmet kervanına ihanette baş çekenler yarın esecek diğer fırtına da bakalım hangi geminin kıç tarafında yer alacaklar.
Mazlumun bedduasını, ahalisinin ahını almaktan sakınmayanlara eğri durup, mazlumlar karşısında kibirle dik duranlar elbette huzuru mahşerde başları ayakuçlarına kadar eğilip büzülecekler olacaktır.
Sabah erken öttüğü güneşin doğduğuna inanan horozlar elbette gerçek güneş doğduğunda bir daha ötme imkânı bulamayacaklar.
Benim bugünkü ahvalim bu kadarına yetti.
Son söz olarak geçemeyeceğim bir hususu da yazımın sonuna iliştirerek son verelim kelamımıza.
Üst üste bu kadar hatalar yapan yerel ve genel iktidarın değirmenine “öğrenilmiş çaresizlik” hastalığıyla su taşıyan, iktidara hala tek kale maç oynatan muhalefete de kitleleri siyasetsiz bıraktıkları için sitem ediyor ve kendilerine koltuklarından verdikleri demeçlerle yetinmek yerine sahaya inmelerini, sanal dünyalarından arınıp milli gerçeklerle vatandaşın kalplerine girmelerini tavsiye ediyorum,
Kalın sağlıcakla.