Tutuklanacağını bilerek gitti.
O kadar aptal olamaz.
Kaçtı ve bir daha dönmez Türkiye'ye.
Korkuyordu, önemli varlıklarını ya sattı ya da devretti.
Büyük bir kefaletle bir müddet sonra çıkar ve Amerika’da krallar gibi yaşar.
Amerika akıllı ülkedir.
Hükümetin birçok manevra kabiliyetini elinde tutmak için koz için kullanacaklarını zannediyorum” derdim.
Neticede bizim yapamadığımızı yaptılar ve alkışlanmaya değer savcıları tüm Türkiye tarafından olmasa da kahir ekseriyesi tarafından müthiş şekilde taraftar buldu.
“Yaşasın Amerikan adaleti” naraları atacak kadar sosyal medyada bir kitle oluştu.
Adam kendince çok normal fakat bize göre öyle büyük bir iş yaptı ki adalete hasret normal bir insanın alkışlamaması mümkün değil.
Adalete hasret derken bizim adalet sistemimizi eleştirmek istemiyorum elbette.
Eleştirebilirim de lakin olaylar karşısında verilen siyasi reaksiyonların etkisi altında kalındığının farkında olarak eleştiririm.
Elbette ki vicdan sahibi her hukukçumuz yasalara bağlı kalarak verdikleri kararlarda suçlunun cezasını verecek kadar yürekli ve kararlıdır.
Siyasetin vesayeti altında alınan kararlar oluyor mu? Bunun cevabını hepimiz kendi vicdanımızda zaten veriyoruz.
Mesela çocuk istismarının en şiddetli yaşandığı bir olay karşısında en şiddetli tepkiyi vermesi gereken ilgili bakanın çıkıp bir kere ve bir kişinin muhatabı olduğu rezil bir olay için büyük hizmetleri olduğunu ifade ettiği bir vakfı adeta kucaklaması ve desteklerinin devam edeceğini beyan etmesi kolay rastlanır bir hadise-açıklama değildir.
Ülkemiz ağır imtihanlardan geçmekte.
Olaylar karşısında tepki vermesi gereken siyasilerin tüm yaptıkları açıklamalarına ve hatta açıklamalarını yaparken kullandıkları vücut dillerine dahi dikkat etmeleri gerektiği bir dönemdeyiz.
Onlarca vatandaşımız canlı bomba sebebiyle yaşamını yitirirken pişmiş kelle gibi gülerek beyanat vermek ne bir siyasiye ne de insan olan insanoğluna yakışmaz.
Diğer taraftan ülke kan gölündeyken halen yayın politikasını değiştirmeyen, Show programlarına devam eden kanalları adeta içine girerek seyreden bizler bazı şeyleri eleştirirken kendi yakamızdan tutup kendimizi biraz sarsmayı da denemeliyiz diye düşünüyorum.
Bir olmak, birlik olmak, ortak paydalarımızda geçen yazımda değindiğim gibi “Hırsızın hiç mi kabahati yok” özeleştirisini yapamamak ne Nasrettin hocayı ne de ona sitem eden komşularını haklı kılacaktır.
Bizim defalarca ifade etmeye çalıştığım gibi en büyük sorunumuz çok çabuk unutmamız, olaylar karşısında tepki veremememiz veya dozunu ayarlayamamamızdır.
Algı yönetiminin en hafif tabiriyle koyunları olarak Reza’yı bizlere Amerikalı savcı hatırlatıyor.
Çocuk istismarının belki de en yoğun yaşandığı ülkelerden biri olan bizlere bu iğrençliği hadisenin bir vakıfta olması hatırlatıyor.
Cumhuriyet döneminin belki de en büyük skandalını sadece saatler 1 saat ileriye alınacağı gün sosyal medyadaki kol saatli esprilerle hatırlıyoruz.
Minicik çocukların küçük yaşta aileleri tarafından koskoca adamlara peşkeş çekildiğini karikatür dergilerindeki olayı trajikomik hale getirerek kafamıza tokmak gibi vuran çizimleriyle hatırlıyoruz.
Daha sayamayacağımız yüzlerce hadiseyi öylesine çabuk unutuyor ve öylesine es geçiyoruz ki!
Mesela her gün en az bir kazanın olduğu bir yoldaki mühendislik rezilliğini ya kendi aracımıza veya canımıza dokunduğunda sorun haline getiriyoruz.
Başkasının canının yanması önemi değil nedense bizim için.
Bu gelgitleri çok uçta yaşamaksa maalesef yaşıyoruz ve tepki vermekten korkan bir millet haline geliyoruz.
Gerçekleri yazmakla yükümlü gazeteciyi susturmak istersen davalar açıyorsun, radikal grupları bir kenara koyarak ifade edersek; en acı ve toplumu en derinden etkileyen bir olayı protesto etmek istersen halkın güvenliğini sağlamak ve aslında yaşanan olayları engelleme görevi olan vatan evladı emniyet güçlerimizle karşı karşıya kalmak zorunda bırakılıyorsun.
Kafayı ne ile bulduğu önemli olmayan biri sizi-eşinizi-çocuğunuzu taciz ettiğinde ve hatta inceden darp ettiğinde dahi bazen karakol bazen de adliyenin kapısından girip çıktığına şahit oluyorsunuz ve akşam eve döndüğünüzde kapım çalınır da yine başım o adamla belaya girer mi diye endişe ile başınızı yastığa koyuyorsunuz.
Alışveriş yapmak için aileniz ile birlikte alışveriş merkezlerinize gitmeye çekiniyorsunuz.
Ülkenin Doğusunda insanlar evlerini boşaltıp göç etmek zorunda kalıyor.
Emniyet güçlerimiz kanının son damlasına kadar 3-4 yılda her türlü önlemini almış, tüm tuzaklarını kurmuş şeref ve haysiyet yoksunu terör örgütleriyle çatışmak zorunda kalmış.
Aileleri her gün bir telefon veya ekip arabası gelecek mi diye şehit haberi bekler duruma gelmiş.
Hain pusulara onlarca şehit vermeye alışmış bir toplum olmadık mı?
Evet, sonucu ne olursa olsun biz bu vatanı savunacağız.
Burada hiçbir sorun yok lakin haine bu kadar süre fırsat verilerek emniyet güçlerimiz bu denli zor durumda bırakılmayabilinirdi.
Bir kahpe kurşuna, alçakça tuzaklara maruz kalınmayabilinirdi.
Yani, sadece Reza değil bizim derdimiz.
Allah onun ve onun gibilerin zaten belasını verecektir.
İlahi adalet mutlaka tecelli edecektir.
Allah’ın adaleti yanında ayrıca kanun ve nizamın koruması altında olan insanlarımızın haklarını koruması gerekenler bu görevini yaparken siyasi kaygılardan uzak, kimsenin etkisi altında kalmadan kararlarını vermeli ve vicdanlarda asla soru işaretleri bırakmamalıdır.
Birileri belasını Amerika’ da buldu diye sevinirken bunca milleti bir Amerikalıya hayran bırakmak bizim kanımıza dokunuyor.
Hele o paraları milletin kasasından faizi ile birlikte geri ödemek kanımızı donduruyor.
Kısaca; BİZ BU GÜNLERDE ÜŞÜYORUZ KARDEŞİM… ÇOK ÜŞÜYORUZ.
Lütfen boş lafları bırakın, gereğini yapın.
Kalın sağlıcakla.
Dip not: Firavunlar ölürken bütün servetlerini kendileriyle birlikte mezara götürürlermiş.
Ama artık mezarlar tek kişilik.
Kimseye kalmayacak bu dünya.
DİKKAT!