Virüsler asla bitmeyecek.
Biri bitecek, diğeri başlayacak.
Soğuk savaşlar da öyle.
Güçsüzün ezilmesi, liyakatsizlerin makam işgalleri, oradan oraya savrulanlar, aşk mesafesinde sevenlerin kaypaklıkları, dinsizlerin din âlimi olması, korkakların aslan kesilmesi, her konuda fikri olanların ahkâm kesmesi, hadsizlerin pişkinliği gibi yüzlerce vereceğimiz örneklerin varlığı da bitmeyecek.
Tahammülsüzlük hastalık haline gelince herkes birbiriyle didişmeye devam edecek.
Tüm bunlara alıştık mı? Evet, alıştık.
Çocuklarımızın eline verdiğimiz tüm iletişim araçları ile onları kendi terbiyemizden uzaklaştırıp düzenin pençelerine emanet ettiğimiz sürece çok fazla ümit var olmayalım.
Ahlak sükût edince ahlaksızlık sesini daha da yükseltmeye başlayacak ve biz göremeyeceğimiz günlerde evlatlarımızın başına geleceklerle alakalı ancak küçük tahminlerde bulunacağız.
Siyasetteki depresif gelişmeler, paçavra ittifak arayışları, şehitlerin kanında elinin kiri olanlarla yapılması öngörülen gizli ittifaklar geleceğimizin ne kadar çetin geçeceği, neslimizi bu günden aydınlatmanın ne denli önemli olduğunu göstermiyor mu bize?
Dostlarımız…
Kim bu dostlarımız denilen kesim?
Türkiye düşmanlarının Türkiye’ deki dostlarımız demeleri sanırım bizi kastetmekten çok öte bir şey.
Benim hiç öyle dostum olmadı çünkü.
Eminim sizlerin de olmamıştır.
O halde kim bu dostlar derken içerden sesinin sedasından tanıdıklarımız hemen kendini ele vermeye başladı.
Başka neler oluyor?
Sahte, şeref ve haysiyet yoksunu sözüm ona Şeyhler yine peydahlanıyor.
Tıpkı 28 Şubat sürecinde izlediğimiz film gibi.
Başka neler oluyor?
Soysuzun biri çıkıyor, o her zamanki gibi özgüven patlaması yaşamış ruh haliyle İmam Hatip Liselerine ve mezunlarına ağır hakaretler ediyor.
Hem de ne ağır hakaret ve itham.
Sorumsuz yaşamamalıyız.
Çok dikkatli olmalı ve neslimizi çok bilgili yetiştirmek zorundayız.
Ülkemiz üzerinde oynanan bunca oyunun farkında olmayan, ya da farkında olmamış rolü yapanlara karşı çizgimizi belirlemeli, dün can dediğimiz Vatan-Millet sevdalısı dost ve arkadaşlarımızla didişmeyi bir an önce terk etmeliyiz.
İçinde yaşaman gereken ya da özelde dile getirmen gereken hezeyanlarını-sorgulamalarını sosyal medya üzerinden muhataplarını incitecek, morallerini bozacak, usul-adap ölçülerini aşacak şekilde dile getirmenin zamanı mıdır? Diye kendine ciddi bir şekilde sorman lazım.
Kimseyi aşk mesabesinde sevmeyebilirsin, lakin kinini alevlendirecek kadar da haddi aşmamalısın.
Şu sosyal medya alt mesajlarından kurtulmanın zamanı çoktan geldi.
Adamlar vatanınla her canipten ve açıkça oynamaya çalışırken sen hala eski dostlarına çalım atıp top çevirme derdindeysen mutlaka ve mutlaka yakandan tutup kendini bir silkelemelisin.
Tabii bunu yaparken vermen gereken bir mücadele varsa onu da vermelisin.
Ancak bunun yeri milyonların gözü önü olmamalı.
Ben adamı sevmiyorum, zamanında mensubu bulunduğum partiye en büyük zararı verenin ve şimdi içerde kalarak kendi derdine DEVA olmayacak partiye içerden çalışma yapacak kadar siyaset bezirgânı olduğunu bildiğim halde sürecin hassasiyetine binaen aylardır hakkında bir kelime dahi yazmıyorum.
Çünkü ne yapacağımı, hangi mecrada mücadele vermem gerektiğini, aleniliğin tek çözüm yolu olmadığını öğrendim.
Yazdım, çizdim, çizdirdim ama şimdi öyle yapmıyorum.
Başka yolları var çünkü.
O yollar ki; Adamı ne vekil ne başkan ne de artık muhtar azası yapar.
Peki, hiç mi bir şey yazmayacağız? Yazacağız.
İncitmeden yazacağız, partimizi, yöneticilerini ve muhataplarımızı karşımıza alarak yüzüne yazacağız.
Nakış nakış işleyeceğiz…
El oyası yapacağız…
Yerelde sizin sözünüze itibar etmeyenler varsa daha üstlere doğru çıkaracağız.
En üstlere…
Zirveye…
Soluğunun yetmeyeceğini düşünüyorsan; senden mücadele adamı olmaz zaten.
Uğraşma boşuna!
Selam, selamet ve dua ile.