Bir kenti karanlığa boğmak için gecenin inmesini beklemeye gerek yok.
Bazen bir insanın içindeki karanlık, bir şehirde güneşi sonsuza dek söndürebilir.
Fatih’te yaşanan dehşet verici olay, İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil’in hayatlarını alıp götürürken geride sessiz ama acı dolu bir çığlık bıraktı.
Bu cinayetler, ne ilk ne de maalesef son olacak gibi duruyor.
Her gün gazetelerin üçüncü sayfalarında yer bulan kadın cinayetleri, toplum olarak içimize işlemiş bir şiddet kültürünü gösteriyor.
İkbal ve Ayşenur, sadece iki genç kadın değildi; hayalleri, umutları, sevdikleri olan, hayatın tam ortasında iki insandı.
Ama bir adamın karanlığı, onların hayatlarını trajik bir şekilde sona erdirdi.
Bu kadar yakın olabilir mi?
Semih Çelik’in hikayesi, hepimizin belki de farkında bile olmadan yanı başımızda olan bir tehdidi gösteriyor:
Psikolojik sorunlarla boğuşan bireylerin tehlikesi.
Semih’in ailesi, oğullarının tedavi gördüğünü, her şeyin normal olduğunu düşündüklerini söylüyor.
Ancak ne yazık ki toplum olarak bizler bu tür sorunları yeterince ciddiye almıyoruz.
Aileler bazen ne kadar çabalasa da, sistemin ve toplumun yetersizlikleri onları bir çözüm bulamadan bırakıyor.
Kadınlar ne zaman güvende olacak?
İkbal ve Ayşenur, başlarına gelecek bu felaketi bilemezdi.
Onlar, sadece hayatlarını yaşamak isteyen genç kadınlardı.
Fakat kadınlar ne zaman güvende olacak?
Şiddet mağdurları, yasal olarak korunsa da gerçek hayatta ne kadar korunabiliyorlar?
Semih gibi sorunlu bireyler, toplumun radarında mı yoksa gizlice mi dolaşıyor?
Bu olay sadece iki kadının hayatını kaybetmesi değil; toplumsal olarak hepimizin bu karanlığa göz yumması demek.
Kadına yönelik şiddetin bir istatistikten ibaret olmadığını, her bir olayın arkasında yıkılan hayatlar, dağılan aileler ve asla dolmayacak boşluklar bıraktığını anlamamız gerekiyor.
AK Parti’nin sorumluluğu var mı?
AK Parti hükümeti, yıllardır kadın cinayetleri ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda yeterli adımları atmamakla eleştiriliyor.
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, tam da kadınların en çok korunmaya ihtiyaç duyduğu bir dönemde, hükümetin bu konudaki tutumunu sorgulatıyor.
Kadına yönelik şiddeti engellemek yerine, alınan bu karar, birçok kadının yaşamını riske attı.
İkbal ve Ayşenur gibi kadınlar, bu kararın dolaylı kurbanları olabilir mi?
Kadınların yasal olarak korunma haklarının ellerinden alınması, cinayetlere zemin hazırlıyor.
İstanbul Sözleşmesi, kadınlara yönelik şiddeti önlemede etkili bir mekanizma olarak yıllarca savunuldu, ancak hükümetin bu anlaşmadan çekilmesi, kadınların korunma ihtimalini daha da zayıflattı.
AK Parti hükümeti, şiddeti önlemek yerine bu tür önlemleri devre dışı bırakarak büyük bir hata yaptı.
Kadınlar kendi güvenliklerini nasıl sağlayacak?
Her ne kadar devletin yetersizliğinden bahsetsek de, kadınların her zamankinden daha fazla dikkatli olması gereken bir dönemdeyiz.
Bu adil değil, biliyorum.
Ama maalesef ki şartlar bunu gerektiriyor.
Kendi güvenliğimiz için adımlar atmak, tehlike sinyallerine karşı daha duyarlı olmak zorundayız.
Bir kadının güvenliğinden sorumlu olmak sadece kendi omuzlarına yüklenmemeli, fakat gerçek şu ki, şu an hepimiz biraz daha fazla tetikte olmalıyız.
Dayanışma ve öz güvenlik: birlikte daha güçlüyüz
Öz savunma öğrenmek, çevremizdeki tehditleri fark edebilmek ve diğer kadınlarla dayanışma içinde olmak artık hayati önem taşıyor.
Kadın dayanışması sadece bireylerin değil, toplumun değişim gücü olabilir.
Birlikte daha güçlüyüz, bunu asla unutmamalıyız.
Bu karanlık dünyada yalnız değiliz, birbirimize destek oldukça, değişim yaratabiliriz.