Senaryosunu laftan anlamaz, burnunun dikine giden bir şahsiyetin yazdığı tiyatronun aktörleri olarak o kadar kokuşmuş bir yapının payandası oluruz ki oynadığımız oyunun rezilliğinin farkına bile varamayız bazen.
Her şey mükemmeldir.
Senarist ve yönetmen oyuncuları sürekli taltif ettiğinden onlarda mükemmel oynadıklarını zannederek devam ederler tiyatroya.
Oysa seyredenlerin midesi bulanmaktadır.
Oyunun içinde o kadar rezil o kadar utanılacak çirkeflikler vardır ki sormayın gitsin.
Seyircilerin bazıları hatalar hoşuna gittiğinden “Bırak böyle oynasınlar” derken bir diğer grup “Eyvah yazık oluyor” derler fakat sessiz ve derinden düşünmeyi yeğlediklerinden ve tepkisiz kaldıklarından oyunu seyretme imkânı olmayanlar farkında değildir içerdeki rezilliklerin.
Asıl ve asil seyirciler “Durun beyler, sizin yaptığınız rezillik” dediğinde ise kızılca kıyamet kopar.
Senaryoyu yazan soytarı ve rolüne kilitlenmiş saf oyunculardır gerçeklere ilk tepkileri koyanlar.
“Sen oynamıyorsun ya, ondandır tepkin” diyiverirler ve kafalarını yine kuma gömerek devam ederler aşüfte rollerine.
Hayat mücadelesi veren bitkisel hayattaki bir hastayı ziyaret ederken arka planda dizilerek dişlerini gösterecek kadar gülerek poz verdikleri fotoğrafı basına servis ederken hangi akli yapıdaysa bizim oğlanlar o tiyatronun oyuncuları da aynı akli yapıdadır.
Farkında olmak…
Toplum değerlerinin, sorumluluğunun, davanın farkında olmak…
Üstat Necip Fazıl’ ın söylediği gibi;
Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem!
Üst kat: Elinde tespih, ağlıyor babaannem,
Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve âşıkları,
Alt kat: Kız kardeşimin (Tamtam) da çığlıkları.
Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim;
Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim!
Bu seçilmiş cümlelerdeki maksadı kendi nefsimize “Acaba ben hangi kattayım” diye sorabilecek izzette olup olmadığımızın farkında olmak…
Aynı şiirin başındaki “Fikrin ne fahişesi oldum, ne zamparası” desturuyla hareket edebilecek felsefi alt yapıyla yaşamak ve dert ehli vatandaşının yanındayken kendi ciğerinin de yandığının farkında olmak…
Fikrin fahişesi olmamak…
Zamparası olmamak…
Mesele sadece bunlar mı?
Değil tabii.
Bırakın olmayı, olanların yanında dahi bulunmamak mesele.
Şimdi sen türlü zamparalıklarının yanında bizi kendi tiyatronun aktörü yapmak isteyeceksin ve biz senin adına rol keseceğiz öyle mi?
Şimdi sen uğrunda binlerce insanın çile çektiği, gözyaşı döktüğü şerefli fikrimizin fahişesi olacaksın ve biz senin sermayen olacağız öyle mi?
Zor işlerdir, çok zor…
Bu gün ne yaptığının, kime hizmet ettiğinin farkında olmadan tiyatrosuna devam edenler yarın her şeyin gerçek olduğu diriliş anında kime rol kesecekler acaba?
Orada susan seyirciler yok…
Orada “Olur, idare edelim” diyenler yok…
Hâkimler hâkiminin karşısında yalan-dolan, riya, kayrımcılık yok.
Tiyatro hiç yok.
Şimdi gelelim meselenin özüne.
Uzunca süredir herkesle, her kesimle bir aradayım ve sohbetlere ayıracağım bolca vaktim oluyor.
Muazzam şikâyetler var fakat vatandaşta da acayip bir suskunluk var.
Herkes neyin ne olduğunu biliyor ve hem basını hem de çevresinde sanal olmayan tüm olayları mükemmel izliyor.
İnce detayları bile hafızasının bir yerine kopyalıyor.
Bir gazetede gördüğü minicik haberi, bilbortlarda gördüğü ekstraları veya köşe yazılarını hemen yorumluyor ve nedenleriyle alakalı kendi fikrini derhal ortaya koyuveriyor.
Hani şu bizim milletimiz balık hafızalı diyenler var ya? Siz onlara inanmayın.
Ne balık hafızası kardeşim?
Kimin hangi senaryoyu ne zaman ne maksatla yazdığını, kimlerin aktör olduğunu, kimlerin figüran olduğunu, salonu dolduran seyircilerin niyetini, oyun bittikten sonra dışarıda ne konuştuklarını bir bir anlatıyor sana.
Damat adayından tutunda düğünün nerde olacağını bile söylesinler vallahi.
Bazıları ileri gidiyor “Bak görürsün şu kadar çocuğu bile olur” diyebiliyor.
İntikam hırsıyla dolu olanları da var tabii.
Hesap gününü bekliyoruz diyorlar.
Sandıkta cezalandırmak istedikleri Ak Parti değil onlar yerel aktörleri cezalandırmak niyetindeler.
Bu seçimlerden çıkacak sonuçlardan muhalefet fazla sevinmesin bu seçimler birilerinin biletlerini kesme seçimleri diyorlar.
Siyaset çöplüğüne atılmayı bekleyen çok adamları var.
Başbakan sevgisinden bir gram şüphem olmayan adamlar bile “Aday kim olursa olsun oyumu verirsem namerdim” diyor.
Bu çok tehlikeli bir durum ve Kocaeli’ e Civelek’ le başlayan gerilimin vatandaşa kadar indiğinin resmidir bu.
Civelek dönemi Ak Parti’ ye yaramadı.
Vekillerin gayreti görülüyor fakat bazı konuları Başbakan'a dürüstçe ifade edememelerinin bedeli pahalıya ödenecek gibi görülüyor.
İbrahim başkan çok suskun ve moralsiz.
İl yönetimi 3-5 kişinin tekelinde siyaset yapıyor ve “Emret Padişahım” rollerinde.
İlçe başkanları rutinleri icra ediyorlar çünkü en zor dönemleri bu dönem onların ve hiç mutlu değiller iyi biliyorum.
Gençlik Kollarının başkanları sevilmiyor ve yönetimine hâkim olabilme psikolojisiyle hareket ediyor.
Kadın Kollarından ses seda yok.
Ve en önemlisi kimse ama hiç kimse oturup bu kamuoyu algısını nasıl düzeltiriz diye düşünüp çözüm üretmiyor.
Bir “Dere geçerken at değişilmez” desturuyla hareket edenler var, birde Başbakan'a bu konuları götürürsek fırça yeriz diye Yusuf Yusuf edenler.
Geçen gün eski siyasi bir büyüğümle sohbet ederken ona sordum; Siz bu durumda ne yapardınız? Diye.
Bir dönem aynı durumla karşılaşmışlar ve il yönetimi olarak il başkanıyla alakalı bir rapor hazırlamışlar ve raporu da il başkanlarına göstererek” seninle alakalı bu raporu genel merkeze götüreceğiz” diyerek her şeyi açık yüreklilikle anlatmışlar.
Raporu heyetle genel merkeze götürüp teşkilat başkanlarıyla uzun bir görüşme yapmışlar ve 2 ay geçmesine rağmen sonuç alamayınca tekrar genel merkeze gidip “ya bu sorunu çözün ya da gelin seçimleri siz kazanın. Bu şekilde bu seçimlerde sorun olacak. Sorumluluk sizin” demişler ve 1 hafta sonra müfettişler gelmişler ve yeni bir il başkanı ve bazı değişen yeni ilçe başkanlarıyla birlikte girdikleri seçimlerden çok başarılı sonuç almışlar.
Yüreği görüyorsunuz değil mi?
Samimiyeti, şahıslara değil davaya sadakati görüyorsunuz değil mi?
Korkudan ödü patlayanlardan değil de korkunun ödünü patlatanlardan olmanın izzetini görüyorsunuz değil mi?
Şimdi bazılarının içinden şu geçiyordur “Peki sen yapmış mıydın?” diye… Evet, yapmıştım, hem de fazlasını yapmıştım.
Benim gücüm o kadardı ve tek başıma üzerime düşen görevi korkmadan yaptım.
Peki, şimdi korkudan ödü patlayanlara ne demeli?
Kızmamak lazım, kızmamak!
Onlarda benim durumumu görüp” Ya boş ver anasını satayım… Sesini çıkaranları buduyorlar” deyip amcamın yazdığı senaryoyla üzerlerine düşen rollerini oynuyorlar herhalde.
Örnek kötü olduğundan Yusuf yusufa yine iş düşüyor tabii…
Oysa ne buyurmuş üstat; Fikrin ne fahişesi olun ne zamparası… Bir vicdanın bilemezsin kaçtır hava parası.
Kalın sağlıcakla.