İkisinin arasını bulmakta zorlanan akli yapıda olmamak ne kadar garip.
Adamın yazdıkları yerel veya ülke gündemine oturur ve derhal yorum bombardımana başlanır ve yorumları tek tek okuduğunuzda ülkem insanının birbirinden böylesine tezat fikirleri olduğuna şaşırırsınız.
Şaşırırsınız, çünkü birisi tebrik ederken diğeri ucu azıcık kendisine dokunduğu için, yazar hakkında ön yargısı veya kişisel meselesi olduğu için tüm doğruları eğip bükerken birde yazara zanlı muamelesi yaparak akılla bağdaşmayan cümleler sarf eder.
Düşünce özgürlüğü ve eleştiri hakkı sebebiyle yüzlerce yazar çile çekmiştir bu ülkede.
Kalemin sağı-solu da bu çileden nasibini almıştır.
O günün kadir kıymet bilmezleri tarafından mahkûm edilen ve düşünceleri sebebiyle prangaya vurulanları bugün geniş kitleler tarafından “Kahraman” olarak anılmaktadır.
Bu ülkenin en çok bedel ödeyenleri siyasiler ve yazarlar olmuştur.
İdam edilenlerin hemen tamamı vatanını sevmesi sebebiyle fikir mücadelesi vermiş, risk almış veya ülkeyi yönetmek için fedakârlık yapmış bireylerdir.
Bugün yere göğe sığdıramadıklarımız idam edildiği için “VAH VAH” çekenler o gün yaşamış olsalardı idama mahkûm edilmiş insanlarımız darağacına götürülürken kılını kıpardadırlar mıydı acaba?
Hiç zannetmiyorum.
Klavye kahramanlarının türediği bu dönemde fikir mücadelesi veren kimse ama hiç kimse yorumculara bakarak ne gaza gelmeli nede onlara kızarak davasından vazgeçmeli.
Doğru bildiği yolda yorum sendromu yaşamadan mesafe almak en akılcı iş bu gün.
Yaranma psikolojisiyle tuşlara dokunanlar ve hatta daha ileri gidip argo deyimle “Racon” kesenler o kadar arttı ki günümüzde bazen başına iş almamak işten değil.
Sevenlerinizle sevmeyenleriniz arasında geçen düello esnasında sizin yaptığınız haberin veya yazılarınızın değeri harbiyesi ortadan kalkıyor, iş yorumcular savaşına dönüşüyor.
Küçük ölçekte de olsa bizde yaşıyoruz bunu.
Fikrinizi, analizinizi kaleme alıyorsunuz fakat bir bakıyorsunuz fikrinizi veya analinizi destekleyecek veya eksiklik gördüyse tamamlayacak mahiyette yorumlar yapılacağına başlıyor “Sen zaten şöylesin, o şöyledir, bu böyledir” gibi yorumlar yazılmaya.
Fikir üretmek ve yazarın fikirlerine artı değer katacak fikri destek sağlamak yerine tercih edilen yorum savaşçılığı aslında fikir üretmekten çok eleştirmeyi ve hakaret etmeyi ne kadar özümsemiş bir yapıda olduğumuzu ortaya koyuyor.
Halkından yüzde 60 oy almış siyasilerimiz yargılanırken ve idama götürülürken 100 tane seçmeninin birleşip mücadele vermemesinin sebeb-i alt yapısında işte bu anlayış yatmaktaydı.
“Sen benim için her şeyi yap ama ben senin için bir şey yapamam”
Çocuklarım var, işimden aşımdan olurum, bana da kafayı takarlar, hapislerde çürüyemem, mahkemelerde rezil olamam…
Kendisine reva görmediği sorumluluğu başkasına yükleyen beyin.
Sonra o beyni alıp parmak uçlarına yönlendirerek klavye tuşlarıyla mücadele ve fikir adamlarını ezmeye çalışan şahsiyet.
Senin partindense veya senin desteklediğin fikri kaleme aldıysa “MUHTEŞEM” ama gördüğü eksiklikleri mertçe ifade ettiyse “NANKÖR” ilan ettiğin bedel ödeyiciler.
Ne kadar kolay değil mi?
Sen kahveni keyifle yudumlarken okuduğun bir haberi veya yazıyı bir iki cümleyle çürütmeye çalışmak.
Oradaki emeği, riski, senin için veya ülken için ödenecek bedeli düşünmeksizin pervasızca laflar etmek.
“Hadi buyur” dediklerinde “Ben bu işten anlamam, belamı alıcam başıma” diyip geçiştireceğin ve beceremeyeceğin işi yapanlara çamur atmak ne kadar cesaret isteyen bir davranış değil mi?
“Helal olsun adama, her şeyi cesurca yazıyor, arkasındayız” derken tuttuğun yerin senin yerin olmadığını ne kadar iyi biliyorsun aslında.
“Orda durma, yanıma gel” dendiğinde aradığın kaçacak delikler o kadar fazla ki sana yakışan deliği bulmakta bile zorlanıyorsun sen.
Senin için bedel ödeyenler ve senin aradığın delikler…
Birbirine bu kadar zıt ama sözde aynı fikir gibi görünen kaçamak dostluk.
Bazen, 5 bin liraya, 10 bin liraya tercih ettiğin alçaklık.
Bazense “İşimden aşımdan oluruma” ötelediğin arkadaşlık.
Yediğin fırçaların ve hakaretlerin sende bırakmadığı iz ama cesarete vermediğin destek.
Kaç kuruşluk adam olduğunu bilerek yaşaman fakat başkalarının bilmediğini zannettiğin bedelin.
Sözde şerefiyle yaşayanlara ettiklerin, özde şerefinle anılamayacağın geleceğin.
Neyi feda ettiğini bilerek yaşamalı insan.
Kimi kime tercih ettiğine inanarak yaşamalı insan.
Adam harcamanın sanat haine dönüştüğü bu dünya da kendini adam sanıp başkalarına adamlığın dışında her sözü hak görenlere vardır kızgınlığımız.
Ciğerin varsa doya doya yaşa…
Ciğerini sakatat dükkânında teşhir etme.
Bu sözlerimin tamamı insan olabilene.
Nasibini almayanlara zaten yoktur sözüm.
Kızılacak değildir söylediklerim.
Düşünmesi gerekenlere katkımdır sadece.
Fikir…
Ah üstat ahhhh.
Yine sen geldin bak!
“Fikrin ne fahişesi oldum, ne zamparası.
Bir vicdanın, bilemem, kaçtır hava parası.”
Bu sözleri kaleme alırken hangi ruh halindeydin acaba?
Sana ve senin gibilerine etmediklerini bırakmadıkları o günlerde bu sözlerinin günümüzde de birileri tarafından doya doya yaşanacağını bilir miydin sen?
Yine aynı şiirinde “Milyonlarca ayağın altında kaldı kellem” ve yine “Ey kahpe rüzgâr, artık ne yönden esersen es” derken neyi kast etmiştin acaba?
Necip Fazıl’ ından Nazım Hikmet’ ine kadar, kırmızı-yeşil renge boyadığımız her fikir adamı ölümünden yıllarca sene sonra anılıyorsa, fikirleri yaşatılıyorsa ve dün dediklerini bu gün daha iyi anlayabiliyorsak eğer, ne mutlu bize.
Yok, sadece okuyup ezber edip derinliğinden bi haber yaşıyorsak hala; İşte cemiyetin geldiği hazin durum budur demekten başka çaremiz mi kalıyor?
Eser bırak…
Ama önce cesur ol.
Cesur adamın bakışı, korkağın kılıcından daha çok düşman titretir.
Korkarsan zaten yazamazsın.
Korkakların ve şerefsizlerin saygıyla anıldığı bir toplum var mıdır bildiğiniz?
Kalın sağlıcakla…