Gözünü bozan bir gözlük takıp “dilediğin şeye bakabilirsin!” diyorlar.
Kulaklarını tıkadıktan sonra, “işitmene sınır yok!” diyorlar.
Ayağına ille de sıkan pabucu geçirir geçirmez “koş!” diyorlar.
Önüne bir kopya koyuyorlar, “dilediğini yap, gene de bunun kopyası olsun!” diyorlar.
Evet, aslında siyaset için edilmemiştir bu sözler fakat bu kadar güzel tarif edilebilirdi ancak siyasetin hastalık tarafı.
Temsil ettiğin siyasi kimlik adına can siperhane çalışırken birilerinin aslında sana “yaşa-ma” dediklerinin farkına ancak red-di miras eylediğinde varıyorsun.
O müthiş mücadelenin içindeyken maalesef farkına varamıyorsun bazı gerçeklerin.
Kendimizi; avutuyoruz, uyutuyoruz, kurgulardan oluşan yalanlara inanmaya çalışıyoruz.
Her şey ancak kendi özüne döndüğünde netleşiyor.
Gözümüze takılan gözlüğü çıkardıktan sonra 360 dereceye varan görüş açımız, yakın ve uzak görme sorununu aşan gözlerimizle çok çok daha net gördüğümüz dünyayı farklı yorumlamaya başlıyor zihnimiz.
Değişik açılardan bakıldığında meselelerin aslında farklı boyutlarının olduğunu, hiçbir şeyin anlatıldığı kadar masum olmadığını ve derinine inildiğinde sevap işletilirken günaha sokulduğunu da görebiliyor insan.
Kulaklarımızı tıkayan pamuklar çıkarttığımızda çevremizde çok farklı seslerin olduğunu ve bu seslerin mutlaka duyulması gerekilen sesler olduğuna da şahit oluyor insan.
Meselelere; Her şey veya hiçbir şey mantığıyla değil “O şey” “Bu şey” veya “Şu şey” olarak baktığınızda ise “Her şey” olarak yutturulanların aslında “Hiçbir şey” olmadığını da rahatlıkla görebiliyorsunuz.
“O” neyse odur.
“Bu” neyse budur.
“Şu” neyse şudur.
Düşüncelerimizle karşımızdakini tutsak almamız veya diğerlerinin düşüncelerine tutsak olmamız değildir aslolan.
Bize lütfedilen cüz-i iradeyle gelişmelere farklı anlam ve değerler ve hele hele ilahi bir misyon yüklemek yerine o hadiseyi ayniyle irdelemek ve derinini keşfetmektir akılcı olan.
Bizden istenen tam budur.
Körü körüne sevmekte yoktur, reddetmekte yoktur.
Bir insanı çok sevmekle her şeyini kabullenmek arasında gidip gelen aklınızın bir gün sizi götüreceği yer” Acabalardır.”
Her alanda her şey olarak gördüğünüz insanların “Hiçbir şey” olduğunu anladığınızda ise sol tarafınızda bir ağrı hissedersiniz.
Geçici bir ağrı.
Kriz falan değil.
Farkındalığınız ve maneviyatınız artınca da çabucak toparlanırsınız.
Önünüze koyulan kopyalarla değil kendi soru ve cevaplarınızla yaşamaya başlarsınız kendi hayatınızı ve o kadar güçlü hale gelirsiniz ki artık soruları siz sorarsınız cevapları onlar vermek zorunda kalırlar.
Bir silkelim, bir diriliş.
Artık sensin.
Kendi gözüyle gören, kendi kulağıyla işiten, kendi pabucuyla koşan ve kendi imtihanını veren.
Kaybettiğine üzülen değil, kaybedildiğine üzülensin sen.
Geri dönüşünün mümkün olmadığını bilenlerin hedefi, vefalı sadece bir avuç dostunun ortak malısın.
O halde kararların kesin ve netse ve varsa HİÇBİRŞEY olmadığını anladıklarından her aldatılanlar adına alman gereken bir hesap, her şeyi yarına bırakmadan bu günden düşmelisin yola.
Bazen güldürürken ağlatmalı, bazense düşündürürken beynini şiddetle okşamalısın zevat-ı kiramların.
“Eyvah” demeli birileri ve araya dostlar sokmaya çalışmalı yeniden SULH için.
Senin açmadığın savaşta tek başına da kalsan vermelisin mücadeleni.
Üç kuruşluk dostlukları bir kalemde silerken yanında olanlar dahi terk ederken er meydanını, sen kendi bilediğin kılıcınla sürdürmelisin cengini.
“Kolay değil dostum”
Seni yaradan bir ahenkle çektirirken ana rahminden seni ve ilk gözyaşını akıttığın o an nasıl yalnızlık yüklediyse sana ve nasıl bi habersen o gün bu dünyadan ve nasıl yine yalnız istiyorsa seni son mekânına, “O” böyle istediği için her insan gibi sende zaten yalnızlıkla doğmuş ve yalnızlıkla öleceksindir.
O halde yalnızlık seni asla korkutmamalıdır.
Yalnız kalmak…
Tek başına…
Kimilerinin korkulu rüyası…
Aslında en büyük dostla baş başa kalmak.
Açmak zaten bildiği içini ona.
Hazretin yanına yanaşmış müridi.
-Efendim sizi yalnız gördüm, ben geldim.
Hazret başını kaldırmış ve manalı bir tebessümle…
-Estağfurullah evlat, ne yalnızlığı, sen gelince yalnız kaldık.
İçinde bulunduğun iklimin soğuk koşullarında içini kor gibi yakıp ısıtan Yüce Rabbinle baş başa kalmak…
Her derdine ortak olan ve seni kuşatıp koruyan “O”nunla ilerletmek sevdayı.
Her hayırda bir şer, her şer gibi görünende ise bir hayır olduğunu sana ayetiyle müjdeleyen ve sonuna “Fakat siz bilmezsiniz” sırrını ekleyen o yüce güç.
Merhametlilerin en merhametlisi ve Öç alıcıların en şiddetlisine bak!
Hayret gözlüklerini tak ve seyret seyredebildiğini.
Birer birer hüsrana uğrayanları…
Kendi hileleriyle oyuna gelenleri…
Rezil-i rüsva olanları…
Uğruna her türlü melaneti işledikleri madde sebebiyle dillere düşenleri…
Sokakta yürüyecek şerefi kalmayanları…
En yakınınla seni vururken en yakınından darbe alanları…
Senin eline bir harita tutuşturup, Gözüne bozuk bir gözlük takan, Kulaklarını tıkayan,
önüne bir kopya koyup ayağına sıkı bir pabuç giydirenlerin bu günkü hal-i ahvaline baktığında kaldır ellerini ve şöyle dua et; Beni aydınlatan ve hiç ummadığım anda uyanışımı sağlayan yüce Allah’ım sana sonsuz şükürler olsun.
Ne mutlu bize ki; Bizi hayata başlattığın, doğdurup büyüttüğün, her zerresinden rızıklandırdığın, uğrunda binlerce şehidimize şahadet şerbeti içirttiğin bu güzel vatanın bu günkü ahvalinde yol haritasında kendi istikametini bulan, gözleri gerçeği gören, kulakları doğruyu işiten, yalın ayakta olsa sana yürüyen ve senden yana olanlardanız.
Bu şeref bize yeter.
Kalın sağlıcakla.